18 Ocak 2018

MOBİLYA ALMA, DÜNYAYI GEZ (YA DA EVDE KAL MÜPMÜZMİN BEKÂR, KUPKURU KIZKURUSU OL)


       İlber Hoca hayat felsefemi özetlemiş: “Mektebi bitirir bitirmez evlenip de mobilyacı dükkânı gezeceğinize dünyayı gezin”. Sonra da onaylamış: “Bu doğrudur”. Lakin yanlış anlaşılmasın diye de şöyle devam etmiş: “Evlenebülürsünüz. (Evet, aynen böyle demiş). Evlenin, ona hiçbir itirazım yok. Ama mobilyacı dükkânı niye geziyorsun? Mobilyalar kaçmıyor.” Ama ben çoktan yanlış anlamışım. (80’lerin çocukları bilir. Bir Ayşegül Atik repliğidir: Ayyy ben yanlış anlamışımmmm.) Hoca “kurtlanın, evde kalın” filan dememiş. Mobilya bakmayın demiş. Ayrıca bende mektep olayı henüz bitmediği için, bahanem de hazır. Mektep bitince düşünürüm.(Durmak yok, yola devam)
        Biz mobilyacı gezmeye hiç niyeti olmayan üç kafadar haftaya Japonya’ya giderek müpmüzmin bekârlığımızı sake içerek kutlayacağız. (Yanlışlıkla bir Japon’la evlenip Hokkaidu’nun buz gibi köylerinde bir kebapçı açmazsak tabii). Japonlarda da görücü usülü evlilik olduğunu biliyor muydunuz? Omiai kekkon: Görmeden evlilik. (Zaten benim de hayatta yapıp yapabileceğim tek evlilik şekli bu.) Başar’ın dediği gibi bir an aklımı karıştırıp kafama duvağı yapıştırmak suretiyle evlendirmezlerse kimse beceremeyecekmiş bu işi. Yıllardır en büyük hayalimdi. Yok kızzz, evlenmek değil, Japonya’ya gitmek. Ancak beni bulacak tesadüfler serisi sayesinde gidiyoruz şimdi Japon illerine. Güneşin altında haşlanıp verdiğim bir çuval paraya için için acıdığım Napalm Death konserinde Fransızca kursundan 20 yıldır görmediğim arkadaşımı görüp ona Japonya’ya gitmek istediğimi söylemem ve onun hayallerimi küflenmekten kurtarması bir tesadüf değil bence… (Exit ve Sziget festivalleri hayallerimi de gerçekleştirmesi dileğiyle…)
      Eski Japonca defterlerleri, kitapları ortaya çıktı tabii. Yıllar önce Japonca yazdığım günlüğü okuyamamam bir şehir efsanesi değil ne yazık ki. Bildiğin, unutmuşum okumayı. Arkadaş, o Long Term Memory ne pis bir şey. Ne atarsan at, gözü gibi bakıyor. (Daha diplere bakmaya korkuyorum. Orada neler var kim bilir!) Bir günlük mesai ile her şeyi hatırlamaya başladım. Yalnız, ne komik kelimeler varmış Japoncada yıllar yılı unuttuğum. Düşünüyorum da, bunca yıl hafızada hamal gibi taşımamakla iyi etmişim onları. “Kokuritsu daikaku”nun akademi demek olması sakın sizi üzmesin. Öğrencilik hayatım boyunca İspanya’da yaşadığım her evde en az bir adet Japon’un bulunması İspanya’da ev kiralanırken Japonların demirbaş olarak her eve birer adet koyulma zorunluluğu çerçevesinde evde bulunduklarını sanmama sebep olmuştu. (Hah, gitti bende sintaks.) Ben yıllar yılı balıkhaneden beter kokan mutfaklarda, hiçbir aleti çalıştıramayan Japonlara ev aletlerini çalıştırmayı öğretmeye çalışarak geçirdim. Ömrümü yediler. Diyemiyorsun ki, “Hacı, sen Japonsun, ee bunu zaten siz yaptınız anacım.” Dokunmadan, üfleyerek, uzaktan okuyarak çalışan alet-adevata alıştıkları için bizcileyin ölümlülerin kıtasındaki elektronik aletleri kullanamıyorlar bunlar. Gel bize, burada da Yu-ma-to var canım …
        Müthiş bir kitap yazmaya başlıyoruz. “Neden hep yanlış kişiye âşık oluruz?” Alt başlık da “Kaderine dur de” gibi bir saçmalık olabilir. (Daha saçmasını da bulabiliriz kanımca, ama amaç bu minvalde olacak.) Ben de bu arada yıllardır “bu rezil şeyleri mi okuyorsunuz?” dediğim kitaplardan birini almak zorunda kaldım bugün: Erkek Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten. En son Serdar Ortaç cd’si alırken böyle utanmıştım. (Napiim, seviyoruz ailecek). Reyona usulca yaklaştım, aklıma dâhiyane bi fikir geldi. Yüksek sesle “Japon Kültürü”, dedim. Evde var, ama olsun, bir tane daha alır Aytuğ’a veririm. Çocuk kitap kurdu. Bu arada çaktırmadan diğer kitabı da usulcacık söyler, diğerinin altına koyar kasaya giderim. Bendeki şansa bak, kitap yokmuş. Dımdızlak kalıp en düşük perdeden bir Erkekler Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten istedim. Duymadı kitapçı velet: “Erkekler nerden?” … Buna verecek çok iyi bir cevabım var, ama kitaba saklıyorum. Neyse kitabı aldım. Şimdi de toplu taşımada gizli gizli okuyorum. Üzerine Kierkegaard’ın “Works of Love” kapağını yapıştırırım, entel durur. (Kitaptaki “You shall love your neighbour” komşu kızından bahsetmiyor canım.) Aslında konu aşksa Kierkegaard’dan “Korku ve Titreme” daha anlamlı olurdu ya…
     “Ben Sokrat’ın karısı, neden delirdim?!” adlı bir oyun da yazıyorum. Sokrat’ın “İyi bir karın varsa mutlu, kötü bir karın varsa filozof olursun” dediğini düşünüp hep Sokratçı olmuşlar. Zavallı Xanthip! Xenephon “Şölen”de Sokrat’a neden en cadaloz kadın olmasına rağmen karısına tahammül ettiğini sorar.  O da tarihin en anlamlı cevabını verir: “Eğer onunla, onun öfkeli huyuyla baş edebilirsem Atina’daki herhangi bir insanla kolaylıkla anlaşabilirim diye düşündüm”. Bir de buradan yak, bence. Aslında aranmayan koca örneği Sokrat. Hem eve para getirmiyor, hem deli gibi içiyor, hem de başka bir delikanlıya âşık. Ama tarih hep Xanthip’e yükleniyor. Xanthip’in kocası olmak zorsa, Sokrat’ın karısı olmak imkânsız bence…  Nerede bir size “kızım, sen hastasın” diyen erkek varsa iflas olmaz ruh hastası çıkar. Bütün ruh hastaları sizin hasta olduğunuzu iddia eder. Sokrat da gül gibi kadını delirtip aforizmalar bırakmış geriye. Çekilebilirsin Sokrat!
      Yıla enfes bir Macaristan sehayati ile başladık. Seyahate ful enerji deposu gençlerle çıkacaksın anacımmm. Günde en az 10-15 km yürüyen sportmenlerle. Sonuç olarak, bir belediye başkanımızın da dediği gibi “Ben de sporcunun zeki, çevik ve ahlâklısını severim”. Ha, bir de yolculukta tarih bilmeyen ve sevmeyenleri de evde bırakın mümkünse. Macaristan’a ilk defa 1990’da gitmiştim. (Tarihin ta kendisi olma yollarındayım.) Budapeşte sokaklarında açılan ilk Amerikan mağazalarındaki ekmek karnesi uzunluğundaki kuyruklar kalmış aklımda. Demir Perde düşmüş, Macarlar Adidas almak için şehri dolaşan kuyruklar yapmışlar. 28 yıl! 28 yılda hangi hızla kapitalizme geçtiklerini her gidişimde görmüş oldum. Ateş pahası bir kent olmuş. Yıllar yılı komiklik olsun diye ev kadınlarının yaptıkları Dolar gününe daha şık ve sıradışı bir rakip olarak “Forint günü” yapma projemi uygulamaya koymanın tam zamanı gelmiş galiba. Resmen rehin bırakıyorduk bavulu şehirde az kalsın. Orta Avrupalıların hâlâ Belçikalılar gibi biraların en muhteşemini yaptıklarına yeniden şahit olduk. Hırvatların Tomislav birasına lezzette en yakın siyah birayı bulduk: Soproni (Demon). Adı gibi şeytanî, cehennemî bir siyahlıkta… IPA’nın da âlâsını yapmış Macarlar. Keşke bizim atalar da Orta Asya’dan başlayan yolculuklarına Orta Avrupa’da son verselerdi.      
      Süheyl Hocam nefes bir yemekte topladı bizi dün. Necip Mahfuz’dan Dino Risi’ye uzanan harika bir sohbet oldu. Her zaman cumhurbaşkanı adayım Süheyl Hoca olmuştur. Olsa da yeryuvarlağı bir insanın aynı anda ne denli mükemmel meziyeti tek bünyede toplayabileceğini görse. Dünyada havamız olsa. Aklımda kalan sayısız anıdan birini Ali Sirmen anlattı o akşam. Evlenip düdüklü tencere almaya giden yeni evlilerden taze gelin dükkânda o kadar çok konuşup dükkân sahibini bayılma arifesine getirmiş ki adam sonunda “Beyefendi, sizde düdük var zaten, siz sadece tencere alın bence”, demiş. Aynı hanımefendiye dair diğer bir hikâye de işitme sorunu için doktora gittiklerinde doktorun çıkıp “Sizde işitme sorunu değil dinleme sorunu var, efendim”, demesi. Yere düştüm gülmekten. Bende de var o arkadaşlardan. Sıra geldikçe biz de konuşuyoruz.
      Dört yıl Japonca okumuş bir insan evladının bildiği tek Japonca şarkının Yonca Evcimik’in “8.15 Vapuru”nun girişindeki “okai yamaşita kombanwa” olmasına ne buyrulur?
       Haftanın vecizeleri yine Merve’den geliyor: “
1-“Abla, farkında mısın? Yıllar geçtikçe seninle aramızdaki yaş farkı büyüyor”. (Hayatımda duyduğum en şık hakaret).
2-“Abla, seni verip iki tane 22’lik kardeş alacağım”.
      Ama ben yine de en çok Alper’le güldüm bu aralar. Alper 2003 yılından beri en sevdiğim öğrencim ve arkadaşım. Mühendislik dünyasını bırakıp tarih doktorası yapmak için Salamanca’ya gitmesinde benim etkim olduğunu keşfeden babası oğlunu kurtarıp İngilitere’ye yüksek lisansa göndermişti. Ama Alper tarih okumayı ve zehir gibi bir tarih meraklısı olmayı hiç bırakmadı. Macarların milli müzelerinde tanıdığı tablo benden çoktu. 2017’nin cümlesi ondan geliyor: “Hocam babam ne zaman içinde ‘manyak’ olan bir cümle kursa o cümle de mutlaka siz de oluyorsunuz” J
          Serdar da 2017’de yılın en anlamlı sözlerinden şarkı yapmış:

“Az ye be aşkım beynin gelişir
Kendi önünden ye bi, dünyan değişir”

      Ha bu arada, 2017 bitti, değil mi? Kesin bilgi değil mi? Bittiyse çıkacağım da…
      Dönüşte bütün serveti Japonya’ya gömmüş olacağım için ilk adresim bir “şuşokuka” olacak korkarım… (İş ve işçi bulma kurumu)
     Haydi beybi, sayanoraaaa…

      Okai yamaşita kombanwa… Konbamwa… Okai yamaşitaaa konbamwa… okaii