21 Eylül 2012

ALLAHIMMMM, SANA GELİYORUMMM…

 
       14 günde 10 şehir, günde en az 10 km tabanvaylık mesafe, sayısız tren, kilolarca karbonhidrat, fincanlarca kahve, renk renk bira, prosecco, vino frizzante, sayma sayılarıyla sayılamayacak kadar muhteşem eser, iliklerimize işleyen tonlarca yağmur ve ölçülmesi imkânsız zarafetten gani gani: işte İtalya! Beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar, dedikleri şey. Bırakın anacım, ben orada öleyim. Bologna’ya gömün. On beş yaşımdan beri hatırlayamadığım kadar gittiğim İtalya’ya (son 10 yılda senede üçe çıktığını düşünürsek) bu sefer tarifsiz âşık oldum. Hiç görmediğim tek bölge olan Emiglia-Romagna bölgesini didik didik ederken yeryüzünde yaşanacak en muhteşem ülkenin İtalya olduğuna karar verdim. (Başka kararlar da verdim bu arada, ama sürpriz olsun).
      Rönesans’ın ihtişamı bir yana asıl misyonum benim için Halil İnalcık ile birlikte hayatta en çok saygı duyduğum tarihçi olan Massimo Montanari ile tanışmaktı. Randevumu aylar öncesinden almıştım. Malumunuz Bologna Üniversitesi Avrupa’nın en eski üniversitesi.  Kuruluş yılı 1088. Bildiğin 11. yüzyıl yani. Umberto Eco’nun üniversitesi, daha ne olsun! (Onun ‘Ben Ortaçağı içinde bulunduğumuz zamandan daha iyi tanıyorum” mottosunu hala kullanıp kendim için Yeniçağ’a uyguluyorum.) En şaşaalı kürsüsü Paleografya ve Ortaçağ Tarihi. İşte Massimo Montanari de bu kürsüden bir ortaçağ ve yemek tarihçisi. Bence sadece dünyanın en muhteşem yemek tarihçisi değil, en muhteşem vizyonlu tarihçisi. Olaylara bakışı beni dumur ediyor. 8 kitabını  -her birini tek nefeste- okudum. Hele biri var ki, “işte tarihçi dediğin!” dedirtiyor insana: Il formaggio con le pere (Peynirle armut). Bir atasözünün tarihini koca bir kitapta rüya gibi anlatıyor. Benim için kelimelerin bittiği yer bu kitap. Velhasıl, enfes birkaç saat geçirdim hayatımın iki divasından biriyle. Uzun zamandır bu kadar heyecanlanmamıştım. İki saat öncesinde karnım ağrımaya başladı. Kendime gelmek için kadeh devirip gittim. Masada otururken heyecandan bacaklarım titriyordu resmen. Buluşma muhteşem geçti. Yemek ve Kültür’ün bir sonraki sayısında uzun uzun okursunuz. Bir ara muhteşem adam “çok zor soruyorsun, ben bir su içip geleyim”, diyerek latife etti. “Sıkılıyor musunuz?” dedim. “Hayır”, dedi, “çok eğleniyorum”. Bana sorarsan şöyle özetlerim: “Allahım, sana geliyorum.” Röportajımı Yemek ve Kültür’de (lakin aynı zamanda burada da) okuyacaksınız.
       Ve bu Bologna seyahatim bana hayatımın ikinci hayalini verdi: Avrupa’nın en eski üçüncü üniversitesinden (Salamanca) en eski üniversitesinde öğrenci olmak, doktora yapmak! Montanari yaş sınırı olduğunu söyledi: 35. Demokraside çareler tükenir mi? Anneannem babasından kalan toprakların varisi olmak için yaşını büyütmüş, ben de aile geleneği olarak 38’den 35’e inip yeniden öğrenci olma hayalindeyim.
      Her akademisyenin korkulu rüyası olan Bologna sürecini de anmadan geçemedik. Anamızı ağlatan, bizi sayfa sayfa aslında hiç uymayacağımız ders programları yazdırmaya mahkûm bırakan bu Bologna süreci tabir edilen baş belasını çıkaran herifi orada bir bulaydık. Güzel fantezilerim vardı şahsıyla ilgili. Ona hayatta heba olan gecelerimiz, gündüzlerimiz, hakkın rahmetine kavuşan sinir sistemimiz adına söyleyecek bir sözüm vardı hani.
      Roma, tersten okununca anlam bulan şehirde başladı hikâyemiz. San Pietro’ya girdik yeniden. Dünyada sanırım hiçbir ölümlü böyle büyük bir kubbe görmemiştir. Üst katı da açmışlar azameti hissedilsin diye. Saygı duydum bir kez daha İtalyan kanına. Sonra Floransa. Pek tabii Uffizi. Ardından dokuz dilimli yelpaze meydanıyla Siena. Ve sonra: aşkım Bologna! Katedraldeki Foucoult’nun sarkacını da gördük. Sürpriz oldu bize. Şehirde kalbimi, ruhumu, neyim varsa bıraktım. Elif  “seni kurtarırız” dedi, ama sanırım ben çoktan âşık oldum. Akabinde Verona. Romeo ve Juliette’nin doğduğu yer. Juillette’in penceresine gittik tabi. Âşıklar isimlerini yazmışlar. Türkler geri kalır mı? Fatih’ten 13 yıl önce Gattamelata’nın gemilerini 10 km’den fazla bir yolda karadan yürütüp soktuğu Il Garda gölünü de atlamadık. Şaşkın otobüs şoförüne de gölün tarihiyle ilgili küçük bir tarih dersi verip daha bir şaşırttık onu. Rüya gibi bir göl kenarı. Ardından Fellini’nin meşhur ettiği ve benim ilk romanımda görmeden anlattığım Adriyatik şehri Rimini’ye, oradan da dünyanın en muhteşem mozaiklerini saklayan Ravenna’ya. Tunus (Bardo), Antakya, İstanbul ve nice şehirleri mozaik konusunda bir hiçe indiren bu cevherleri görmeden ölmemeli hiçbir sanatsever insan. Hepsinin önünde uzun uzun oturup hayran hayran seyrettik. Sonra da balzamik sirkesi ve Ferrari’siyle ünlü Modena’ya gittik. ( Seyyah için tam bir sürpriz olan katedrali ve sirkesi dışında hiçbir şeyi olmayan şehirden sonra Montanari’nin tavsiyesiyle kendimizi Ferrara’ya attık. Hala etrafı suyla çevrilen köprülü nadir saray örneklerinden olan sarayında göz banyosu yaptık. Son olarak da kim bilir kaçıncı kez gidip her seferinde ısrarla kısmet olmayan Dükler Sarayı’nda tam anlamıyla aptala döndük. Murana’nun küçük sokaklarında Venedik’in pis turist kalabalığından kaçıp tufana tutulduk. 23 yıldır İtalya’nın dört bir yanını didik didik gezen ben hiç olmadığım kadar âşık oldum ülkeye. Büyüdüm müdür nedir? İtalyanların dünyanın en zarif, en zevkli, en harika, en zeki mimarlar olduğuna bir kez daha kanaat getirip önlerinde reverans yaptım. İtalyaaaaaa, sanırım sana tapıyorum!!!!
       Kaç tren, kaç müze, kaç kilise, kaç saray gördük sayamadık. O muhteşem eserler o denli başımızı döndürdü ki etrafta dolaşan dünyanın en yakışıklı erkeklerine bakacak mecalimiz kalmadı. Ama yine de her zamanki gibi dünyanın en yakışıklı, zarif ve çekici yaratıkları olmaya devam ettiklerini belirtmeden geçmeyelim de Sezar’ın hakkı Sezar’da kalsın. Ben bilgeliğe ve bilge erkeklere âşık olmaya devam ediyorum.
        Midemde hâsıl olan kafein ve karbonhidrat enflasyonuyla geri döndüm. Gece gündüz hamur yemekten annemin sıfatına layık birer hamur kafalı olduk. Pizza, makarna, gnocchi, kruvasan yemekten imanımız gevredi. Protesto için kardeşime mesaj atım ve cevabımı aldım: “İşte tam hayalini kurduğum tatil!”. Elif’le yattığımız yerden her gece kıymalı börek-ayran hayalleri kurduk. Kahvaltıda kuru hasan ve kahve de bir yere kadar fantazik olabiliyor tabii.
        Her anı atraksiyon dolu geçen iki haftayı havaalanında yine atraksiyonla bağladık. Yanı başımızdaki şapkalı amcayla herkesin resim çektirdiğini görünce biz de merak edip baktık. Kim çıktı beğenirsiniz? Al Bano! (Romina’sız)… Ya da şöyle diyeyim: Felicità… Öyle tatlı ve sempatikti ki, kimsecikleri kırmadı, neşe içinde herkesle fotoğraf çektirdi. Celebrity dediğin böyle olur güzelim.
       Gerçek dünyaya alışmam zor olacak. Onca Rönesans eseri, pırıl pırıl beyin, adım başı kitapçıdan sonra memlekete bir geldim ki Burhansal dilden  “olay aslındağğ şöyle oldı”: Akşam vapurdan iniyorum, arkada iki memleketlim konuşuyor. Namazı kaza etmiş, ne olur muş soruyor biri diğerine. Berikinden cevap: “Cennete rötarlı gitmiş olursun!”. Dün yine kalabalık bir vasıtada oturuyorken arkadan gelen ses: “Abii, tespihi düşürdüm, ama hangi camide yitti gitti bilemedim. Artık orada hediye olsun”.  Bologna’dan, Roma’dan, Ferrara’dan gel, şahit olduğun diyaloglara bak, anacıııımmm… Hemen en rötarsız tarafından İtalya tabir edilen cennete dönesim geldi. Bir döndüm okullar imam hatip olmuş! Bir gün üniversiteye bir geleceğim, anaaammmm, ilahiyat fakültesi oluvermişiz. Çok tırsıyoruuumm yeavrooom.
     Doğum günü olan bir arkadaşa dünyanın en muhteşem erkek parfümünü aldım. Roma-Uomo (Roma-erkek, yani). Bir Latin atasözünü hatırlayalım: “İnsan dediğin Romalıdır.” Ve uyarlayalım: erkek dediğin Roma-uomo kokar.  İtalyan erkeklerinin yarısından fazlası yıllardır bu kokuyu kullanıyor. Erkeklere şiddetle tavsiye edilir. Burhan Altıntop gibi yapacak bir şeyiniz olmadığı zaman eve dönüp “kokuğğ sürüp goklaya goklaya oturabülürsüğüzz”.
       Bologna’daki randevunun tarihi ve araştırma yüzünden Halil Hoca’nın doğum günü partisini kaçırdım. Halil Hoca ruhu, inceliği, bilgeliği ve tevazusu ile memleket sınırları dâhilinde eşi benzeri olmayan bir örnek. Hocamızın nazik davetine yetişemediğim için bir günlüğüne Ankara’ya gidip ona nice yıllar dileyeceğim. Kendisine güzel sürprizlerim var. İyi ki var onun gibi bir divamız! Nice yıllar başımızda olsun da nasıl âlim olunurmuş göstersin memleketlilerime.
        Aklım Bologna’da kaldı. Tek avuntum Bologna-İstanbul hattı olması, gözünü sevdiğimin Pegasus’u. Hala kendimi trende zannediyorum. Sallanıyorum hacı ben… Bologna'da inecek var!