15 Mart 2015

KURUYEMİŞ VERME! ATEŞLE YAKLAŞMA!

Rejime başladım. Öncesinde de hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için yedim. Açlıktan etrafımdaki nesneleri çift görmeye başladım. Hayalimin geniş ekranından sürekli nohut-pilav arabası geçiyor. Rüyamda hep elimde bir kaşık. Açım, olm, çok açım. Filinta gibi olup derilerin fazlasını da THK’na bağışlarım artık. Çok asabiyim. Bana ateşle yaklaşmayın bu aralar.////////////////////// “Kaç yaşındasın?” testi yaptık. Ben 37 çıktım, kardeşim de 53. Bir yanlışlık vardı tabii. Daha ziyade benimle ilgili. Bunun üzerine Merve “testte bir hata var. Bence senin yaşta bir virgül olacak, biz görmedik”, dedi. Dogri. En fazla 3,7 ederim ben. Ama 53 çıkmasını da kendisine yediremediğinden “yok, ben cevapları kaydırdım galiba” dedi. İlkokuldan TUS’a kadar hayatı testle geçince vaziyet böyle oluyor. //////////////////////// Kösem Sultan biyografisi yazıyorum. O kadar sıkıcı bir yüzyıl ki, yeryüzünde hiç yaşanmasa kayıp olmazmış. Yunanca, İtalyanca, İspanyolca, artık ne dilde kaynak varsa deli gibi okuyordum son dört aydır. İçim karardı. (Boşuna 37 çıkmadı yaşım) O kadar sıkılıyorum ki bünyem çalışmaktan kaçmak için yeni bir savunma mekanizması geliştirdi: uyku. Kış uykusu kıvamında uyuyorum. Önce depresyondayım sandım, sonra baktım keyfim fazlasıyla yerinde. Bu sayede anladım bünyenin bana kurduğu komployu. Sürekli uyuyorsanız yapmaktan kaçtığınız bir iş var demektir. ///////////////////// Nostradamus’un küçük bir yemek kitabı yazdığını biliyor muydunuz? Hayli şenlikli. Ayva tatlısı tarifi bile var. (Ah, olsa da yesek. Şöyle bir dilim Emmental peyniri üzerine koysak İspanyollar gibi, götürsek tatlı tatlı!) Kitabı okurken şaşkınlıktan gözleriniz tavada yumurta gibi oluyor. Anacım, adam kâhin mahin değil! Bildiğin içine ev kadını kaçmış! Ayvaların çekirdeklerini çıkarmayı unutursanız tatlınız pelteleşirmiş. “Filtre”nin kökünü de ondan öğrendim. “Filtron” Yunanca ağızdan ağıza verilen iksir demekmiş. Oradan da Latince’ye geçmiş./////////////////////// Çocukluk aşkım AKP’den aday olmaya karar vermiş. Geçen gün arayıp söyledi. “Cesedimi çiğnemen lazım” deyip telefonu kapattım. Bir hafta sonra aklı başına gelmiş olacak ki medeni bir partiden aday olmaya kara vermiş, bir baba geleneği olarak. Zeki ötesi çocuktur, amma velakin kısa devre yaptı galiba bir ara bünye. Ayrıca rakı şişesinde yüzen bir balıktır. Son zamanlarda biraz asabiyim. Ülke beni bozdu. “Santo subito” (Cennete ilk önce, hızla gidecek bâbında “hızlı aziz”) olan Vjeran’ın kalbini de boş yere kırdım. Vahşi bir kaplan gibi saldırıyorum etrafa. Bana sabırla tek katlanan kahramanımız Mehmet. Onun da sabır doğasında var. Delilikler karşısında sabırla gülümsemesi en klasik portresi. Telefonda konuşurken “Şu an önümü ilikledim, ayağa kalktım” deyince fark ettim ki kâbus gibi bir insan evladı olmuşum. Olm, sakın kuruyemiş filan vermeyin bana! Tellere de yaklaşmayın. Bu aralar kendi kendine yeten bir hayvanat bahçesiyim. Tek kişilik bir hayvanat bahçesiyim!/////////////////////////// Vjeran’ı İstanbul’da en sevdiğim üç yere götürdüm: Tatavla Keyfi’ne, Fıccın’a ve Hande ile Maurizio’nun evine. Tatavla Keyfi gerçek rebetiko yapan, kalitesiz müziğe yelken açmayan enfes bir grup. Kadro müthiş. Alper’in enfes sesiyle bütünleşince dinlememek ayıp oluyor. (Ho ho, bu arada rebetiko’yu beğenmeyen Word insanı doğru olabilecek kelimeler içinde : refettik, ebettik, receptik, gebeştik, rağbettik! Efferim, hep böyle doğruyu, sadece doğruyu yaz Word insanı! Receptik ne la? Hükümet her yere sızdı, Word’e bile. Çok tırsıyorum yeavrooom.) Fıccın’a hala gitmeyen İstanbul adamı kalmasın. Leyla Hanım’ın enfes Kafkas mutfağı. İstiklâl’de, Kallavi Sokak’ta. Şöyle leziz bir Kafkas böreği olan fıccın yesin, kocaman hınkalları götürsün. Gürcistan’da da avuç kadar olan Hinkali’lerden 10 tane yemezsen Gürcü sayılmazsın. Leyla Hanım size bir de Gürcü şarabı verir, keyfiniz beyde olmaz. Yeryüzünün ilk şarabına dair verilerin Gürcistan topraklarından çıktığını da hatırlatalım. Bundan 6 milenyum önce hem de! Tiflis’te süper marketlere şarap tadım reyonları var. Aslında aradığımız cennete yeryüzünde, güzeller. Sınırın ötesinde.////////////////////////// Maurizio’nun annesi Sardinya mutfağının devi. Üniversitede bir Sardinya mutfağı atölyesi yaptık onunla. Maurizio’nun önlüğünün üzerinden “tiramisu” yazıyordu, öğrencilerinden biri hediye etmiş. Bizim zıpırlar da “size mesaj göndermek istemiş” diyerek ortamı şenlendirdiler. (Malum “tiramisu”, “beni yukarı çek” demek. Uçur bâbında.) At eti, eşek eti ve her türlü nanenin yendiği Sardinya mutfağını tek geçerim. Eşek eti yediniz mi? Mutlaka yediniz, ama haberiniz olmadı. Böyle lezzetli bir et geçmedi yeryüzünden. Gianni’ciğimle Cagliari’nin tepelerinde mangalda eşek eti yediğimiz baharlar yakında geri gelecek. Velhasıl Vjeran’ı kapıp İstanbul’da en güzel yemeklerin yapıldığı eve götürdüm. Hande bütün kirli çamaşırlarımı dökerek beni rezil etti Vjeran’a. “Bu var ya, beyaz atlı şövalyenin birinden atını alır diğerine satar” dedi. Artık benim anlatacak rezilliğim kalmayınca kendi anlarına girdik. Maurizio ile tanışma yıllarında bir gün pikniğe gitmişler. Hayvanı bile yollardan alıp kesip pişirmişler. Sardinya’nın vahşi doğasını Hande’den dinleyen biri adaya ayak basmayabilir. Ama siz siz olun, Sardinya’da, ya da Sardinyalı’da yemek yemeden öleyim demeyin. /////////////////////////// Özlem’le yazın Moğolistan’a gitme hayalleri palazlandırıyoruz. Moğollar hiç yalan söylemiyormuş. Korkunç! Düşünsene, havaalanın iner inmez “Ne kadar da çirkinmiş bunlar” deseler ne deriz? “Ay, bilmem ne kadar, sizde birim nedir?” diyerek yırtamayız. “Invention of lying” diye bir film varmış. Onu izleyeyim gitmeden bari.///////////////////////// Bjelo Dugme (Bildiğin “Beyaz Düğme”) dinliyorum son zamanlarda. Hırvatistan’da müptelası olmuştum. Eski kliplerine bir bakın, şenlikten geçilmiyor. Hele hele Goran Bregović’in bebek dönemini bir görüp de aklınızı kaçırmamanız namümkün! Bu aralar en sevdiğim şarkı: Ako ima boga… “Eğer Tanrı varsa” Ayy, varsa gökten şöyle koca bir tepsi Laz böreği indirsin. Ne yerim ha!////////////////////////// Yaşar Kemal’i yitirdik. Kardeşimin çalıştığı bölümde yatmış: kardiyoloji. Epikrizini de kardeşim yazmış. Önce “Yaşar Kemal” diye aramış. Sonra adının Kemal Sadık Göğceli olduğunu hatırlamış. Tanrım, farkındaysan yine yanlış kişiyi aldın. Tanrım sana diyorum, Azrail sen anla. ////////////////// Erol Büyükburç da uçup gitmiş. Geçen hafta Zaman Treni programında anmıştık, bir hafta yaşamadı. Ruhu şad olsun. Maşallah dediğimiz üç gün yaşıyor. (Eh, 41 kere söylersek belki işe yarar bir işleme imza atmış oluruz. Bize minnettar kalırsınız.) Lisenin son, üniversitenin ilk yıllarında müzik dergilerinde yazarken o zamanlar 3-4 yaşında olan kardeşimi de röportajlara götürürdüm. Erol Büyükburç’un evine bir kere de onunda gitmiştim. Ben röportaj yaparken, kızı da içeride piyano çalışıyordu. Benim yapışık kardeşi oyalamak için önüne koca bir pasta-kurabiye tabağı yapıp piyanonun yanına koymuşlardı. Normal şartlarda yaptığı yaramazlıklarla galaksiyi yıkan Merve o gün efsunlanmış gibi çaya ve pastaya gömülüp piyano dinlemişti. “Vahşi çocukların topluma kazandırılmasında piyanonun işlevi” diye bir makale yazaydım iyiydi. Ay, bi dakika, bozacı geçiyor galiba. Öptüm canım…