5 Ağustos 2015

BALKAN EXPRESS


    Tam bir Balkan “Express” oldu bizimki. Sen 5 günde 3000 bin kilometre yapabilir misin Abidin? Haydi yaptın, filinta gibi dönebilir misin? Mümkün değil, ayağını bastığın an ayak bastı kilosu olarak var olanın üzerine 1-2 kilo veriyorlar zaten. Karbonhidrat manyağı yapıyorlar seni. Biraya da boğuyorlar. Su yerine kahve veriyorlar. Dış mihraklara kapılma.

     Aklı birbirinden bir gram fazla olmayan biz üç kafadar çıktık yola. Murat sağ olsun, diziyle araba kullanıyor. Yıllar önce Bulgaristan’da kırdığı hız rekoru ile gazeteye çıkmış. Bildiğin virajlardan uçarak geçtik şehirlerden. Yolda da bolca çene. İnsanın yanında Balkan ansiklopedisi taşıması gibi bir şey.

      Bulgaristan: Benzincide dolapta kaşar ve bira satıldığı ülke. Çingene nüfusu hızla çoğalıyormuş. Yakın bir zamanda %75 ile tüm diğer halkları geçeceklermiş. Bulgarlar kıçlarını kaldırıp çocuk yapamadıkları için tabii. Slovakya’da geçen yıllardan birinde bizim dizilerden birinin izlenme enflasyonu hasebiyle o yıl doğan çocukların yarısına “Onur” adını koymuşlar. Bizde bilimde bir isim bırakamayınca ancak böyle idare ediyoruz. Bulgaristan’da her biri neredeyse 1 kilo çeken çılgın kokulu pembe domatesler varmış. Gümrüğe takılmış. Bulgar polisi kokuyu duyunca dayanamayıp istemiş. Murat da kesip vermiş, n’apsın! Bulgar polisi malum. Böbrek istese çıkarıp vereceksin. Gerçi 5 Leva’ya da kapatırsın, o başka. Sen şükret ki arabayla geçerken sen fark etmeden iç organlarını çalmıyorlar ülkede. Çalarlar vallahi de nefes alamayınca bir bakarsın, hoopp akciğerlerini çalıvermişler.

     ‘89’da gelen Türklerden bir arkadaşım vardı. Arabasını içinde kocası varken çalmışlar! Anlayamadıysanız, şöyle anlatayım. Direksiyondaki kocasını yana itip arabayı çalmışlar. Sonra yolda adamcağızı arabadan itmişler. Amanda’nın babasının anlattığı başka bir olayı da duyunca vahşetin bu Bulgarların ata sporu olduğuna karar verdim. Mafya bir adamcağızı çuvala koyup dağlara atıp bırakmış Balkanlarda mafya öldürmüyormuş. Akıllıca. Bir taraf kaçırıyor, diğeri kurtarıyor, para paylaşılıyor. İşler böyle yürüyormuş. Son yıllarda karanlıkta polis durdurursa durmama hakkı vermişler sürücülere. Çünkü hırsızlar polis kılığına girip milleti soyuyormuş. Bir keresinde bankadan para çeken bir adamı soymak için polisin de işe karıştığı bir oyunla içinde 3 yolcu, bir de şoför olan otobüsü viyadükten atmışlar! Bütün bu bilgileri Bulgaria Air tadında giden Murat’tan aldım, şimdi de size 100 Leva’ya satıyorum. (İçimde yaşayan Bulgar polisine de birkaç Leva verirsiniz artık. Alter egomla paylaşırım.). Bulgarlarda da “bokluk” kelimesi varmış. Bakın, hep Doğu’nun iyisini almışlar J

     Bir Rusperest olan Özlem, Makedonları enfes tanımlıyor: Kendi imkânlarıyla Slav olan tek halk. (Ender için “kendi imkânlarıyla Rus oldu” diyerek koparttı bizi, ki doğru.) Yunanistan Makedonya’yı tanımıyor. Niye tanısın ayol? Sen en az 7-8 yüzyıl sonra gel, adamın Makedonya dediği yere yerleş, kendi diline ve ırkına da 7-8 yüzyıl önce bulunmuş adı ver. Neden tanıyacakmış? Necati koysalarmış adlarını. Necatiski diye de bir dil adı uydursalarmış. Bak o zaman sorun oluyor muymuş.  Bu bizim Anatoli diye bir yere gelip, adını Anadolu koyup, sonra da “Biz Anadolu’luyuz” dememiz gibi bir şey. Neyse ki ırkımızın ve dilimizin adını değiştirmedik.

        Biz de Makedonya’dan gelmişiz meğer. (Yunan yok di mi civarda, gelirse söyleyin, Makedon derken volümü kısacağım).  Selanik, Serez kökenliyiz demişti babam. Koçani köyündenmişiz. Yunan toponim kitaplarında böyle bir köy çıkmayınca kıllanmıştım. O köy, Makedonya’nın güneyindeymiş. Yani tarihsel olarak Yunan Makedonya’sına, Selanik bölgesine ait olan yerde. Büyük dedeler geldiklerinde Yunanca konuşuyorlarmış. Zaten “Makedonya’dan gelmişiz” deyip hiçbir Yunan’la polemiğe giresim yok.  

     Bu arada hafta sonu dedemin de sağlam içici olduğunu öğrendim. Trakyalı adam, ne yapsın. Su mu içsin? Dünyanın ilk alkol yasağının MS. 1. yüzyılda Trak Kralı tarafından koyulması boşa değil. İskender’in neden Trakya’da beş yıl oyalandığını anlatan Ata’ya da bir kuple güldük yolda. “Nereye gidiyon be İskender?” “Aylardır buradayız beya, develer bile sarhoş oldu”. Trak adama içki yasağı koyulur mu? Balık susuz yaşar mı?

     Üsküp’e üçüncü gelişim. Gezecek bir şey bırakmamıştım zaten. Balkanları Üsküp ve Saraybosna’daki camilerden ibaret sanan muhafazakâr Türk turistler ellerini kollarını sallayıp zerre kültür edinemeden öylece gelip gidiyor. Ellerinde bir rehber, bir kitap hak getire. Minareye bakıp, köfte yiyip gidiyorlar. Belgrad’da ve Zagreb’de asla göremezsiniz, çünkü bilgilenmeye, dünya görüşünü geliştirmeye değil din turizmi yapmaya gelirler.  Sonra ülke neden gelişmiyor? Bil bakalım neden.

     Üsküp’ün dört bir yanı heykel dolu. Öyle böyle değil, devasa heykeller. Yapmasını bırak, bakması yoruyor insanı. Öyle büyükler ki, Makbule’nin İzzet’in omuzları için söylediği gibi: “Tee buradan başlıyor, bak bak bitmiyor”. AB’nin verdiği milyonlarca Avro’yu heykellere gömmüşler. Balkanlardan bir bok olmamasının sebebi, minik devletlerin minik komşularıyla girdikleri yarışta bütün parayı milliyetçiliğe ve dine yatırmaları. Titoveles köyünün Tito’sunu atmış Makedonlar. Gördüğüm kadarıyla bugün Tito’yu en çok özleyenler Bosnalılar. Tito iyiydi, Tito.

        Bir Büyük İskender heykeli var, güneşi deliyor. Yunanca konuşan, Slav ırkıyla hiçbir alakası olmayan İskender’i Makedon yapmışlar. Evet, Makedonyalı ama siz adamın milliyetinin adını hüüüplettiniz be anacım. Yunanistan’dan görülsün diye yapmışlar adeta. Bir de havaalanlarına Büyük İskender (Aleksandr Veliki) adını koymuşlar. Komşuyu üzerine halı silkerek çıldırtma yöntemi. Çok sıkıcısınız ikiniz de, Makedonlar ve Yunanlar, öpüşün barışın be. Dünyadan dini ve milliyeti çıkar, mis gibi barış kalır geriye. Bir de paraları sıfırlarsan, babacım, dünya tertemiz olur.

       Makedonya’da bir de din savaşı var tabii. Son geldiğimde yakından gördüğüm (aslında yaklaşmaya hiç gerek yok, pussuz havaalarda biraz eğilirseniz evinizin balkonundan bile görebilirsiniz o derece büyük) Vodna Dağı’na yapılan 66 metrelik Milenyum haçı yeni bir savaş başlatmış. Aşağıdaki bir köy de buna nazire olarak minareleri bundan yüksek bir camii dikmiş. Şimdi Makedon Ortodoks Kilisesi daha da yüksek haç dikecekmiş. Affferin hepinize, işte bana böyle saçma yarışlarla gelin. İlkokulda kalmadı mı bu uzunluk yarışı? Birisi söylesin her iki tarafa uzunluğun önemli olmadığını :P   

       En sevdiğim heykel Kiril ve Metodius heykeli. Sırf canları sıkıldığı ve yapacak daha iyi bir şey bulamadıkları için oturup Yunan harflerini kırıp büküp alfabe yapmışlar. Ben mi dedim size din adamı olup dünya nimetlerinden kopup sıkılın diye. Yunan asıllı, ama Slav halklarını Ortodoksluğa çağıran iki misyoner. Makedon topraklarında doğdukları için bugün Makedonlar onları da kapmış. Adamlar Yunan J Bizim Mevlana’ya sahip çıkmamız gibi bir şey yani.

      Vitrinlerde “Turski gevrek” görünce dedik ki bu Makedonlar çekirdeğe de çiğdem diyordur kesin, mısıra da darı. Bir de “simit-poğaça” nam bir şey var. Bildiğin böreği minik ekmekçikler arasına koyup yiyorlar. Karbonhidrat koması. Sadece bakarken bile şişmanlayabilirsiniz, o derece. Zaten yuvarlanarak geldik. Balkanlarda insan evladı karbonhidrattan dombili olmazsa, “sıvı ekmek”ten şişiyor. Bira sudan ucuz. Havva ile Adem işte buradan düşmüş.    

      Bir de “şişe ortağı” diye bir şey demişti Murat. Çok sevmiştim. Ama şimdi ne olduğunu unuttum. Dostluk dediğin böyle bir şey olmalı. Özlem de Karadeniz’de yapılan deli balı liköründen bahsetti. Sinoplular Romalıları bununla karşılamış. Çok bozuldu bu Karadeniz, çok. Mesela benim bir Karadenizli uşakla geçinme şansım sıfır. “Ben onu fururu”m deyince Özlem en güzelini söyledi. “Evet, ‘Yüzünden silinmesin bıçağımın yarası’ sizin şarkınız olur.”

      Bir yerden kokulara geldik. Annesinin beğenmediği her şeye “Marika’nın evi gibi kokuyor” dediğini söyledi Murat. Domuz sucuğu, salamındandır. Salamanca’da yer gök kokar. Özlem de bocuk bayramını anlattı. 40 gün beslendikten sonra kesilen domuzun kokusunu bastırsın diye kabak pişirilirmiş.  Bu çılgın Balkan halklarında yaban domuzu avı pek şenlikli geçiyormuş. Domuzu bacaklarından arabanın önüne bağlayıp post gibi sererek giriyorlarmış köye olanca şanlarıyla. Laf lafı açınca, Avrupa’ya ilk giden lale soğanlarından bir anekdot anlattı. Adam gelen beş lale soğanından üçünü yemiş, beğenmemiş J  

      Ohri’de kaldık bir gece. Neyse ki Ohri beni hatırlamıyor. İlk ve son defa gittiğimizde iyi göbek atmıştık Balkan müzisyenleriyle. Hem de cumhurbaşkanının konuğu olarak götürüldüğümüz yemekten sonra. Adamın yanında akıllı uslu taklidi yapıp sonra doğamıza dönmüştük. Osmanlı ev yapısının hala muhafaza edildiği nadir yerlerden Ohri. Zaman durmuş gibi. Ortodoks şapelleriyle yan yanalar. Yemyeşil berrak bir göl, Slavların yüzme ihtiyacı için acil çıkış kapısı. Plajlarda tuhaf bir sessizlik var. “Slav halkı dinginliği” diyor Özlem. Plaj dediğin yerde neşe olur, heyecan olur, biraz da müzik olur.  Huzur batıyorsa gelmeyin derim. Gölün bir kenarı Makedonya’da, diğer bir kenarı da Arnavutluk’ta. Luan Starova’nın kitaplarında sıkça yazdığı gibi. Hala okumadıysanız sakın gecikmeyin. Bayılacaksınız. Ohri genel olarak Makedonların, gölün kenarındaki diğer şehir olan Struga da Müslümanların geldiği şehir. “Yağmurdan Önce” filminin çekildiği St. Naum Manastırı da burada. Film de zaten bu bölgede çekilmiş. Ne baba filmdir o! Ohri’nin manastırlarını geçen sefer gezdiğimiz için bu sefer tembele bağladık. O da bende durmadı.

      Manastır’daki Atatürk Müzesi’ni görmek için bile gidilir Makedonya’ya. Üşenmeyin derim. Şöyle bir isli kuru etle buz gibi bira, sokun ayaklarınızı göle. Eğleniyor muyuz anammm?