28 Ağustos 2017

3 ŞİZOFREN 1 KURUŞA



-Alo, anne neredesin?
-Himalayalar’ın tepesindeyim.
     Yok, ben aramadım. Annem aramış. Himalayalar’ın tepesinden Türkcell çekiyor mu diye kontrol ediyordu galiba. Yoksa açıklanabilitesi yok. Whatsapp seviyesinde iletişim kuruyoruz artık. Bir anne için hayli advanced. Ama annem hâlâ gönderdiği mesajların başına “Özlem” yazıyor. Anne, zaten bana yolluyorsun. Bitirirken de “annen” diyor. Mektup effect’li whatsapp. Neyse, buna da şükür. “Ayyy, Özlem, Merve, bakın, bu telefona bir şeyler oldu” cümlesi aile tarihimizden yavaş yavaş siliniyor.
      Evet, annemi Hindistan’a yollamıştık. Oradan da Nepal’e geçmişti. Ebeveyni yazlığa giden çocuklar gibiydik. Babam bir western düşmanı olan annem yokken kovboy filmlerini 49874. defa izleyecekti. Biz de Merve’yle “ayyy, yine bu pis şeyleri mi yiyorsunuz?” sınıfına giren şeylerden bir koli alıp film takılacaktık. Nitekim annem film izlerken “bu kim?” “şu nereden çıktı? “burası neresi?” tadında 5N1K’lı sorularıyla heyecanımıza heyecan katar genelde.  Ama anne dediğin şey bir stereotip değil midir? Hayır, değildir. Bizimkisi herhangi bir kategoriye giremez. Mesela sizin hiç Nepal’de tapınaktan düşen anneniz oldu mu? Sizce kimin böyle bir annesi vardır memlekette? Bu sadece bizim aileye ait bir lükstür.
       Annem Nepal’de uçurumdan yuvarlanmış. Hastaneye kaldırılmış. İki gün boyunca yatıp sonra da üç uçak aktarması ile İstanbul’a ulaştı. Göz çukurundan bacaklarına kadar kırılmadık kemiği kalmamış. Bunu da uçurumun kenarına gidip oturmasına borçlu.  Ona sorsan “Buda tepti”.  Milletin annesi halıya takılıp düşer, kaldırımda yuvarlanır filan, değil mi? Benimki tapınağın uçurumundan yuvarlandı ya? Ev sakinleri arasında normale yaklaşan bir tek üyemiz yok ve korkarım olmayacak da. İyileşirken bile keyfi yerindeydi. İffet bu, uçurumdan düşmek mi? Peh, o da neymiş.
       Annem bakmazken yazıyorum size. Yoksa “ayy, yine mi beni yazıyorsun internet’e” diyerek küsüyor ve 3 gün konuşmuyor. Annemdeki internet kavramı geniş. İnternet onun için geniş bir pencere, uzay gibi bir şey. Yazdığın yazı uzayda dolaşır gibi internette dolaşır. Geçen gün Meral yemeğe geldiğinde “İffet Teyze, Özlem’in blog’unu okuyor musun?” dedi. Az kalsın derim annemin kemerini süslüyordu. Ama neyse ki annem “internete yazmıyorsa” sorun yok diye düşünmüş olsa gerek ki derimi yüzmedi.
     Babamın kovboy filmleri iliğimize işlemiş. Pazar sabah kahvaltıda biliçaltımıza işlemiş. Mesela bir kovboy güruhu gelip yolda giden bir atlıya “Nereye gittiler?” diye sorarsa alacağı cevap bellidir: “Kuzeye”.  Biri de çıkıp sormaz, “Neden hep kuzeye, arkadaş?” diye. Oysa Ferhat’ın da dediği gibi “Nereye göre kuzey?”. Kuzey yıldızı, nam-ı diğer kutup yıldızı güney yarım küreden görünmez. Zavallı Arjantinli kovboyları düşünsene. Yazıktır, günahtır.
       İşi gücü bırakıp evden naklen yayın yapsam, ömür boyu aç kalmam. Ailemizin yeni ferdi Mustafa. Ama ben çok partili rejimden mütevellit onunla geç tanıştım. Geçen gün spor salonundan çıkıp karın arşa yükseldiğini görünce bizim eve sığınmışlar. Ertesi gün de annemlere sürpriz yollamış ince çocuk kargoyla Gönderen kısmına da “karda mahsur kalan çocuk” yazmış. Annemle babam da Nemo hafızası etkin olmaya başladığı için zarfı alınca panik olmuşlar. Evirmişler, çevirmişler. Bomba olduğuna inanınca babam “sen uzaklaş, bari birimiz kurtulalım” demiş. (2 metre ötede patlamıyor sanki). Sonra aşağı çöpe atmayı düşünmüşler. En sonunda bir cesaret açmışlar ve Mustafa’nın gönderdiği nostaljik radyoyu görüp rahatlamışlar. En çok bombalı paketi çöpe atma kısmına koptuk. “Tamam, kimya mühendisliğine gerek yok belki ama bomba da çöpe atılır mı?” diyeceksiniz. Ya, öyle oluyor işte panikten. Bendeki ezeli ve ebedi hırsız fobisi yüzünden nihayet eve teşrif eden hırsızın içeride olduğunu anlayınca bloke olmaya meyilli aklımı da alıp komşuya oturmaya gitmiştim. O an kısa devre yapmış. Sonunda Kevser Teyze bu saatte ne işim olduğunu sorunca “Evde hırsız var da, gitsin diye bekliyorum” demiştim. Kafaya bak. Kendinden dumanlı.
         Bizim doktor arkadaşlar sayesinde tıp bilgim gelişse, yine iyi. (MR’ı Mister diye okumuşluğum var, benden bir cacık olmaz). Vallahi bu hasta yakınlarını onlar yazmazsa ben yazacağım. Amcanın öyküsünü çıkarırken “Sigara içiyor musunuz?” sorusuna “Yok, almayayım” diyen amcalar varken eğlenmeden duramazsın ki. Hele “Siz içeri girip soyunun” deyince hasta yakınının içeri girip soyunmuş formatta beklemesine ne demeli? Yok anacım, bu ülkede komedide ekmek çok. Doğu’daki hasta yakınlarının hastaneye Ortaçağ orduları gibi geldiğini hayal etmekte zorlanmazsınız bence. Cümbür cemaat gelip doktorun dediklerini akıllarında tutamayınca doktorumuz son çareyi üç kişiyi köşede kıstırıp şunları söylemekte bulmuş: “Sen özneyi tut aklında: ‘kime stent takıldı?’, sen nesneyi tut: ‘stent’,  sen de yüklemi hatırla: ‘takıldı mı? takılmadı mı?’. Koptum! Levent Kırca’nın hasta yakınları skeci solda sıfır kalır gerçeklerin yanında.
        “Aşkın gözü kör olabilir, ama inan bana karnı açtır…” (Özlemişim Malt’ı.) Hep açım ben malum. Hele bu aralar.  Romantizm mi? İkinci kurdan başlasam diyorum, ama seviyemin anaokulu olduğu iddia ediliyor. Anaokulundan terk. Rejim demişken. Her gece eve geç gelmem konusunda Merve’nin yorumu yerle yeksan etti bizi: “Millet rejim değişecek diye dertleniyor, bizimkisi çok partili rejimde hâlâ”. Partiden partiye, anacım. Düşmeyeceksin diline.
      Muhteşem bir proje var. Tatlı bir klip işi. Adnan Abi heyecanla “Sen de Rosinante olacaksın” dedi. Sürç-i lisan feci şey, Dulcinea diyeceğine Rosinante deyince ben de az kalsın role ısınmaya çalışıyordum J (Zaten böyle benim çok partili rejim başarılı olamazsa sadece Rosinante rolünde çıkabileceğim hayatta zaten.) Pek güldük masada. Adnan Abi’nin babası dermiş: “3 şizofren 1 kuruşa.” Bayıldım. Tam film adı olur bundan. Cebo da beni çözmüş. “Öğrendiğin dile önce bir âşık oluyorsun”, dedi. Haklı vallahi. Farsçaya âşık oldum. (Bir gün Çinceye âşık olacağım ve hayatım kayacak.) Ve Cebo masada son noktayı koydu: “Bu şimdi masadan kalkar, eve bile uğramadan havaalanından Tonga’ya gider”. Yok Cebocuğum, o annem.
        Ya popçuların çeyrek asır, yarım asır kutlamaları, haydi kutlamayı geçtik albümleri ne olacak? Git evinde kutla kardeşim, aç bir prosecco, kutla edebinle. Bizim günahımız ne, bir de üzerine albüm yapıyorsun? Bizi niye günahına müdahil ediyorsun?  Bizi çeyrek asır zehirlemişsin zaten, neyin kutlaması?
      Bu blog “Ocak’tan beri yazmıyorsunuz”, diyen Burak’a gelsin. Bana ayrılan bir 2017’in sonuna geliyormuşum blog’suz az kalsın. Ulusal Kanal’da jübilesine denk gelmişim. Tüm kitaplarımı toplayıp sürprizli ekran yaptığı için ayrıca teşekkürler.
        Haftanın parçası Dr. Skull’dan “Rules for Fools”.
        Haydi dağılalım. Ben kuzeye gidiyorum.