30 Haziran 2010

"HER AKŞAM VOTKA, RAKI VE ŞARAAAAPPPP...."

Bir Noel sonrası, ertesi gün işbaşı yapmak üzere Selanik- İstanbul otobüsüne binmiş gidiyordum. Üstelik otobüse de Hronis’in Olympic Havayolları’nı kıskandıracak şoförlüğü sayesinde yetişmiştim. Geride bıraktığım Niça ve Antoş’a “Uzun ince bir yoldayım. Dankek yiyorum” diye sms de göndermiştim. (Evet, Dankek uzun otobüs yolculuklarının simgesidir. Üstelik Hronis bana yolda yemem için yoğurt almıştı, ama kaşık almayı unutmuştu. O kadar kusur Yunan sevgilide de olur canım). Niça’dan gelen cevabı okuyunca Dankek’i en ön koltuğa kadar püskürtmeyi başarmıştım galiba: “Bu uzun ince bir iş ve işçi bulma kurumu kuyruğunda olmandan daha iyi.” İşte yetişemezsem aynen öyle olacaktı çünkü.


Bu nereden mi aklıma geldi? (Kardeşim Merve aklıma birşey geldiğini söylediğimde, “Aklına mı? Allah bilir nerene geldi!” der, akıl olmadığına göre.) İşte bu sabah o kurumun olmasa da paso kuyruğunun nasıl bir kabus olduğunu görme şerefine ulaştım da oradan geldi aklıma. Üstelik Dankek de yoktu, yoğurt da! Ahhh, şekerim, nerede o eski Noeller!

Neyse, doktor sadece güzel şeyleri hatırla demişti. Ben de dün geceyi hatırlayayım bari. İyiden iyiye “sosyal içerik” olduk. Bir Bregoviç albümü olduk daha ziyade. “Alkohooooolll!!!”.. Artık mumu da nerede söndürdüğümüzü hatırlamıyoruz. Safi eyyama bağladık. Dün de sosyal içerik’in ucunu biraz kaçırdığımızdan, Merve gece kapıyı açınca ona “üj tane ijtim”, diyebildim. Üstelik rejimdeyim, hesabı Merve’ye veriyorum akşamları. Neyse ki sadeje üj yüj kalori…Yavrucak artık her gece saçma sapan saatlerde uyanıp kapıyı açmaktan sıkıldığı için Burhan gibi “içerde zikir var, sığılabülürsün” diyerek içeri almıyor beni. Bazen “aaa, kolay buldun mu evi? Açık adres de kolaymış, değil mi?” bazen de yoldayken arayıp “evimiz çok kolay, Beylerbeyi’nden geçen her otobüse binebilirsin”, diyor.

Nedir bu alkolle son zamanlarda sıkı flörtümüz yahu? Burhan’ın alkolik olmuş hali gibiyiz. Sabah kalkıp kıpkırmızı burnuyla “Ağğğşam olsa da şemşiyeli bi gokteyl içsek” hali var ya. Ay, Merve de öyle oldu, bacak kadar çocuk. Anneme Eminönü’nden bir torba şemşiye ve renk renk pipet aldırmış. Her akşam eve geldiğimde başka bir şemşiyeli kokeylle çıkıyor karşıma.

Evet, dün gece üçübirarada (Nilüfer-Özlem-Yusuf) olarak Simay Bülbül’ün yeni gece kıyafetleri kreasyonunu tanıttığı kokteylindeydik. Cadılık yapmadık. Yapamadık. Yusuf Hoca bir kadeh içip sıvıştı. O daha ziyade sakin ortamları seviyor. Ex-Serkan, hayatta en sevdiğim kayınbiraderim Serdar, fotoğraf pirimiz Kemal (Uysal) ve daha bir çok dostla birlikte. Miapera’nın terasında herkes poz keserken saatlerce dans ettik. Pist bize kaldı.(Bir de piste sor!) Nilüfer Hoca Latin’de uzmanlığını konuşturdu, biz de eski dansçılardan kayın-Serdar’la pisti aşındırdık. Shantel konserinden sonra ilk defa Serkan’ın da dans ettiğini gördüm. Derisini yüzsen havasını bozmaz oysa ki. Gözyaşı selleri içindeydim.

Kimdir Simay Bülbül? Herşeyden önce Serkan-Serdar’ın Galata’nın en güzel sokağındaki evinin alt komşusu hatun kişidir. ’78 doğumlu, genç kuşak başarılı İngiltere diplomalı modacılarımızdandır. Deriyle kumaşı birleştiren enfes tasarımlara imza atmıştır. Zevk sahibi, hayatı seven, mütevazı, dünya tatlısı bir kızdır. Dün gece Umut’tan öğrendiğimize göre gece yarıları mantı ve börek açmak gibi takdireşayan yetenekleri de varmış. (Bir dahaki sefere ilk duyduğum oklava sesiyle aşağı inip tuz istiyormuş gibi yapacağım, kararlıyım.) Süper kız Simay. Dünya tatlısı bir de sevgilisi vardır ki (yukarıda adı geçen Umut) Serkan onun Simay’a gösterdiği şefkate olan hayranlığımızdan kaynaklanan bir sürpriz doğumgünü hazırlamıştır bana. Evin içindeki 150 adet balonu görünce tam Serkan’ın beni gerçekten çok sevdiğine inanıyordum ki, balonların şişiricisinin Umut olduğunu öğrendim. Serkan’ın hâlâ işine âşık olduğunu hatırlayıp rahatladım. Aşk koçumdan replik geldi: “Bi değişilklik yok, devam.”... Yani, business as usual.

Simay’ın tasarımlarının hastasıyım. Dün gece de ona gelinliğimi onun tasarlamasını istediğimi söyledim. (Tabii bunun en az önümüzdeki yirmi yıl içinde namümkün olduğunu söylemedim) Doğum günümde bana hediye ettiği bir elbisenin de açılışını yaptım ayrıca dün gece. Üstelik elbiseye ihanet olmasın diye dekoltesine de iğne takmadım. Ama sevgilinin eskisi meskisi olmaz anacım. Sevgili bir ömür boyu sevgili işte. Gecenin daha ilerleyemeyen saatlerinde Serkan “hiç giymeyeseydin” diye tepeme dikilince küpeyle açıkları kapattık, fill in the blanks yaptık.

Efendim, defile başlayınca kalabalıktan kimse bir şey göremedi tabii. Defileyi görebilen tek bendim galiba. Çıkardım ayakkabıları, çıktım koltukların tepesine fotoğrafladım güzelleri. Bir taraftan da Simay’ın defile için seçtiği enfes Natasha parçasında dans ettim tepine tepine koltuk tepelerinde. Natasha Atlas’ın hastasıyım. Salamanca’da bile konserini kaçırmamış insanım ben. Yaş ortalaması en iyimser tahminle 250 olan bir kalabalıkla konser öncesi sırada beklerken “acaba bu ölüm-öncesi İspanyollar kimin konserine geldiklerini biliyorlar mı?” diye sormuştum kendi kendime. Sonradan anladım ki ölmeden önce son arzularıymış. Her gittiğim şehirde bulurum konserini. Gider Yıldıztilbevari şuursuzca dans ederim.

Bilgisayarım da sapıttı anacım. Kapalıçarşı esnafı başta olmak üzere uzaktan bakınca bile beni İspanyol sanan bir dünya dolusu insan güruhuna o da katıldı. “Hatun” yazamıyorum ayol. Hemen “atún mu demek istediniz?” diye soruyor. Manyak. Tuna balığı filan demek istemedim, hatun yazmaya çalışıyorum yüksek müsadelerinle, Klavye Kişisi! Esmer, etli butlu birşey de değilim. Demek ki tabiatımda var bu İspanyolluk. Dün gece Serkan’ın daha yeni tanıştığım bir Alman arkadaşıyla Almanca başlattığım sohbetin çocuk tarafından çaktırmadan İspanyolca’ya çevrilmesi karşısında şaşkın kaldık hepimiz. Çocuk İspanyolca bildiğimi bilmiyordu. Tamamen instinktif bir şekilde Cervantes’in diline geçince anladım ki bu benim kaderim. Serkan’ın dediğine göre Hz. Süleyman benden farklı olarak bir de kuşdili biliyormuş. Serdar’ın her insanla kendi dilinde konuşmam konusundaki yorumuna çok güldük. “Özlem’e insan olsun yeter”. İşte bu yüzden fiyakam bozulmasın diye Çinliler ve Korelileri gördüğüm zaman hemen tozingen. Bir de Çinceyle uğraşamam bu yaştan sonra.

Cumartesi eyyama devam... Tüm kadro Simay’ın teras partisindeyiz. Öncesinde de Serkan’ın terasında şımartılıp kitap yazacağız Nilüfer Hoca’yla... (Yusuf Hoca terk-i İstanbul yaptı. He’s absent. Ayy, yoksa Absinthe mı?) Sonra da Anemon Otel’de şarap tadımına götürecek Serkan bizi. Gelecek haftaya külliyen karaciğere bir 10.000 bakımı yaptırırız artık. Frenler tutmayacak, bir şey değil!

Radyolarını yeni açanlar içinnnn: Zipfelbuben’den “Sonnenbrand und Alkooohoooolll!!!