22 Temmuz 2011

BEST BEFORE 40 (PREFERENTEMENTE ANTES DE LOS 40) !

     Beylerbeyi’nde doğan fazla uzaklaşamıyor, anacıım. Dolayısıyla tüm ilkokul arkadaşlarımla hâlâ pastanede, vapurda, markette karşılaşıp ayaküstü laflama lüksüne sahibim. Dün akşam İsveç diyeti ve ağır spor salonu aktivitesi sonrasında İsveç hükümetinin bana layık gördüğü 100 gr. ıspanakla eve dönerken ilkokul arkadaşım Burak’ın renkli kitapçı-kafesine uğradım neşem yerine gelsin diye. Fazlasıyla geldi. Benden önce başka tarihçi bir arkadaşı uğramış, benden bahsetmişler, tesadüf bu. “Ankara’daki gençler seni konuşuyormuş”, dedi. “Ne vesile ile?” dedim. “Ben de öyle sordum, ‘bizim kız delidir, o vesile ile mi?’ dedim, hayır dedi”, dedi Burak. Tabii, deli gibi çalışıyorum, takdir edilesim olmasa da, olursa da yan cebime alabilirim… Dünyanın dört bir yanından bavul bavul, renk renk desen desen dillerde kitap getiriyor, iz sürüyorum. Takdir edildim sandım bir an.  Sonra söyledi “ne vesile” ile olduğunu. “Güzelliğini konuşuyorlarmış”, dedi. İçimden dedim ki, “Kızım, kereviz. Doğru yoldasın galiba. İlim dediğin şeyden şimdiye dek ne fayda gördün?”

    Yeryüzünde en sevdiğim adaya 4. defa gideceğim Eylül sonu: Sardinya. İtalyan Tübitak’ı (Yıllar önce bir milletvekili Avusturya TRT’si demişti, ona gönderme yaptım çaktırmadan) beni doktora öğrencilerine derse davet etti. Hem de Ana ile birlikte. Ada buna henüz hazır değil. (Ben hiç değilim). Eski sevgilim Sardinya’da belediye başkanı olmuş! Avusturya’da geçen haftanın geyiği idi: “Bir aylık da olsa protokol icabı çıkabilir miyiz, acaba Özlem Hanım?” teklifleri! Genelde belediyede değil, akıl hastanesinde son buluyorlar, anacııım… Benden söylemesi. Sana belediye baksın, dedikleri bu galiba. (Mümkünse artık bana bakmasın!)

     Ottakringer nam enfes bir bira ile tanıştım. Edelweiser’den sonra favorim oldu. Avusturya’nın envai çeşit bira dolu süpermarket stantlarını özledim. Yemek aralarında abuk sabuk şeyler alıp, bankta bira eşliğinde tıkınmayı özledim. Avusturya’ya kesin dönüş yapacağım galiba.

    İspanya’da her gece film gibi rüyalar gördüm. Ana’nın iki hafta sonunda tepkisi şu oldu: “Rüyaların böyleyse, hayatın nasıl böyle olmasın! Normal!”

     Havaalanına döndüğümde hiç sürpriz yapanım yoktu. Bu Türk milletine sürpriz yapma sanatını bir öğreten çıksın ya rabbim. Sonra soruyorlar,  neden bizim kızlar ecnebilere kaçıyor? Cevap veriyorum: Çünkü küçük sürprizlerden bihabersiniz, ey halkım! Bu işlerden hiç anlamıyorsunuz! Sevgili Cafer’e dert yandım bu konuda. Kendisini buradan kutsuyor, bol bol klonlanmasını diliyorum. Son gününü beni uğurlamak için havaalanına gelerek harcadı. Erken gelmiştik, bira içerek bekledik ve dertleştik. Süpermarkette üzerimde şişe kırıldığı gün sinirlenip raflara geri bıraktığım şarapları ve çikolataları arkamdan satın alıp, getirip sürpriz yapmıştı. İnce ruhluluk sonradan ameliyatla olmuyor, ne yapalım. Romantizma.101.01. herkes bu dersi almalı! Kardeşim burada olsa gelir bana sürpriz yapardı. Bir kere Ankara dönüşü havaalanında elimdeki bavulu çekiştirerek çıkarken apansızın kardeşimi ve elindeki notu görmüş ve kendimi yere atmıştım çaresiz. Doçentlik sınavı için çalıştığım günlerden biri idi. Hiç utanıp sıkılmadan büyük bir ciddiyetle elinde tuttuğu A4’te aynen şöyle yazıyordu: Doç. Dr. Gözlem Yumrular!

       ABD’ye ihraç ettiğimiz çatlak arkadaşım Murat yaz tatili için geldi. İçinde küçük bir Burhan yaşıyor. Beni en çok güldüren insanlar arasında üst sıralarda. Aşktan meşkten, Amerikan ellerindeki aşk maceralarından bahsediyorduk da, “Bak sırtıma, “best before 40” yazıyor!” demez mi! Çok tuttum. İspanyolcası “tercihen 40’tan önce kullanınız”, güzel Türkçemizle “Son kullanma tarihi: 40 yaş”. Bana soracak olursanız, hissedilen yaş: 5. Hayat yeni başlıyor, anacııım…

    Sırp tarihçi Slobodan bizi bir hafta kesintisiz güldürdü. Günde ortalama 28 fıkra anlatarak hepimizi etkisiz hale getirdi. Sırbistan’da şöyle denirmiş: Erkekler umumi tuvalet gibidir: Ya dolu, ya boktan. Anlattığı fıkraların hiçbirini anlatabilitem yok. Yeni tanıştığı birisi kendisini hafife alırcasına “eee, siz ne yapıyorsunuz?” deyince verdiği cevabı kaydettik. Aklınızda bulunsun, sakın ona bu soruyu sormayın. “Senin yaptığından, ama daha sık”, cevabını almak istemiyorsanız tabii!

       Ana fal merakımı hiç ciddiye almıyor. (Falcımla tanışsa hayatı değişecek, o başka.) Üstelik kendisi İspanya’nın en büyük astronom ve astrologlarının tarihini yazdı! Yıllar önce onu görmeye Santander’e gittiğimde harika arkadaşımız Charo bana kötülük yapanların isimleriniz yazıp onları buzlukta dondurmuştu. Ne biçim bir enerjiyse işe yaramış, gerçekten donmuşlardı. Bunu hatırlayıp kikirderken aklımıza dâhice bir fikir geldi: Ölmüş de haberi olmayanları/ateş burcunda doğmayan buz küplerini alevlendirmek için 47 derece alkol işe yarayabilirdi pekâlâ! Birer isim yazıp sert bir aguardiente içine attık. Tedavi Ana’nın isminde işe yaramış. Cafer’in falcısı da ona 17 Temmuz’da birisi ile tanışacağını söylemiş. Havaalanında ona “public space’lerde” dolaşmasını söyledim. Gece 12’de mesaj atmış: “Falcı yalancı çıktı!”  

      Ana Susan Miller’a da inanmıyor. (Ona artık ben de hiç inanmıyorum, Hafazan Killer). Ona son inandığım ay, -sevgili okur hatırlayacaktır- romantizm zirvesi dediği gün Giritli’de hocamız eşliğinde demlenip sonra da Serkan yeavrooom ve Vağarşak Bey hazretleri ile Tophane’de gecenin dördüne dek gülme krizleri eşliğinde tavla oynamış, hatta takside de taksi şoförünü canından bezdirene dek gülmüştük. Takdir edersiniz ki ekstra eğlenceli olmakla birlikte zerre kadar romantik değildi. Bunu Ana’ya anlatınca, o da bana son kitabını yazarken bulduğu ilginç verileri sızdırdı. Galileo Galilei Medicilerin astrologu olarak çalışmış. Uydurdukları çıkmayınca şehirden sürgün edilmiş! Galileo’ya dair hiçbir yerde bulamayacağınız komik bir bilgi daha: Galileo Pazar günleri kiliseye gidiyorum diyerek ortadan kayboluyormuş. “Kötü diller” (malas lenguas) onun bir kadına gittiğini söylüyormuş. -Kötü değil, güzel diller bence. Oh, sefası olsun anacııımmm-. Törkiye’den 12 puan Galileo’ya.

    Ana zamanın ölçülmesi ile ilgili enfes bir kitap yazdı. Günlerce isim aradık. Sıkı durun: Bugün kullandığımız takvim Salamancalı âlimler tarafından icat edildi! Ana da bunu belgelerle ispat etti. Müthiş bir çalışma. “Horozdan takvime” diye güzel bir isim bulmuştu, (o kadar şaraptan sonra daha güzeli çıkmazdı), ayık kafayla daha ciddi bir isim gerektiği kanaatine vardı.

     Bu yaz not defterim Metis Yayınlarının defteri. Her sayfasında özlü/tözlü bir söz var. Avusturya günlerini anlatan bir söz seçtim: “Bir deliydi mahallemiz ilaçlarını içmeyi unutmuş (Didem Madak)

  Yavaş ilerleyen her şeye alerjim var, anladım. Eskiden de böyleydim. Bir Queen şarkısı gibi: “I want it all and I want it now”. Ben istemekten vazgeçtikten sonra istenen şeylerden hiç hayır gelmemiştir. Hemen olsun isterim, soğumasın. Küçükken gecenin bir yarısı yeşil uzun bir yastık üzerinde sabaha kadar bir sağa bir sola zıplayıp ağlayarak “ben sıcak ekmek isteriiiiim” diye ağlamam Zürih’ten gelip tesadüfen o gece bu manzaraya şahit olan Fevziye Teyzem tarafından pek bir eğlenceli anlatılmıştır yıllar yılı. Babam sabahın ilk ışığında fırına gidip o ekmeği almıştır. Hal böyle olunca, her şeyi istediğim zaman almak da gelenek oldu bu şımarık bünyede tabii. Bir arkadaşım Sıdıka’da (enfes bir restorandır, şiddetle tavsiye) demlendiğimiz bir gün bu durumuma dair kıssadan hisse bir Kızılderili hikâyesi anlatmıştı. Bir Kızılderili kabilesi yolda giderken durmuş. Diğer kabileden olanlar onlara neden durduklarını sorunca “Ruhumuzu bekliyoruz, biz çok hızlı geldik, ruhumuz geriden kaldı” demişler. Tamam, anacım, hikâye harika ama benim bünyeye tümden ters. Benim bu hikâyeden anladığım, ruhun kıçına motor takması gerektiği. Budur.

      Retz’de pek keyifli gecelerimizden birinde Türkolog bir Slovak arkadaşımızı da alıp biralanmaya gittik. Keyfim fazlasıyla gıcır olduğu için hayatımdan benim bile unuttuğum kesitler anlattım. Uçakta yemek yiyen Çinli hikâyesini dinleyen Cafer’in oracıkta ölmesinden çok korktum. Hikâyeme hakkını verdi vallahi. Konu aşk mektuplarından açılınca hayatımın ilk aşk mektubuna da bir girizgâh yaptık tabii. 6-7 yaşlarındaydım. Anneannenim Beylerbeyi’ndeki devasa terasında geçerdi yazlarım. Annemle babam çalıştığı ve bizim ihtiyarlar da benim enerji fazlasına ayak uyduramadıkları için 5. kattan sokakla kurduğum irtibatla eğlenirdim gün boyu. Alt katta oturan Rum Anosto (Anastasia) Teyze’nin Almanya’daki torunları da yazın gelir sokağa yayılırlardı. Bunlardan pek yakışıklı kıvırcık saçlı bir Selim vardı ki tek bakıştaki aşklarımın en çatlağıydı.  Sanırım o da 13-14 yaşlarında idi ve takdir edersiniz ki ben küçük karıncayı görmüyordu bile. Günlerden bir gün sokakta cümle erkek tayfasıyla oynamakta olan zavallıya küçük dilim görünene kadar şöyle bağırdım: “Seliiimmm! Ben seni seviyorummmm!” (Hey yavrooom, kendine güvene bak!) Birden şok geçirip oyunu durduran Selim’den 5. Katın manyağına gelen cevap o hiç de bacak kadar çocuğun bu ilk aşk faaliyetlerini destekleyecek türden olmadı maalesef: “Oraya gelirsem bacaklarını kırarım!”. (Al sana, Bayan Güven Fazlası). Uzun süre babam beni bakkala gönderdiğinde Selim’in gerçekten bacaklarımı kıracağı korkusuyla tenha saatleri gözetlemiştim. Bakkala gitme aktivitesi kâbusum olmuştu. Dün gibi hatırlarım bu korku enflasyonlu günlerimde beni yalnız bırakmayan arkadaşım Aslıhan’la elimizde bira şişeleriyle (boşların verilip doluların alınabildiği hoş günlermiş onlar) arabaların arkasına saklanarak bira ve karpuz almaya gidişimizi. Ama hikâye burada bitmiyor. Aradan yıllar geçti, bir gün kapı çaldı. Selim’in minik kuzeni! Kızcağızın elinde bir mektup! Mektup Selim Abiiisi’ndenmiş. Yarı Almanca, yarı Türkçe bir aşk mektubu. (Almanca’yı alet ettiğime göre Moda Koleji’nin ilk yılı olsa gerek). Hâlâ durur mektup sandığımda. Uzun süre Almanca mortingen ştrayyze (Burhan’ın kulakları çınlasın) tadında yazıştık Selim’le.  (Ben bunca dili nasıl öğrendim sanıyorsunuz anacıımmm?) Geç gelen bu başarı beni aşk ilminde cesur yapan ilk faydalı etmen sanırım.

    Zaten zayıfmışım, üstelik fazla zayıflık bana yakışmıyormuş (burası doğru, Nebi Hoca’nın deyimiyle kuyu çıkrığı gibi oluyormuşum), yemek gibisi yokmuş (rayyytt), vesaire, vesaire... Son üç günde doğal ortamımda verdiğim mücadele en katı gözlere yaş tedarik eder. Ben tek çizgili pijama giyecek kadar zayıflamak istiyorum, anacııım!

        Şey, şapkamı uzatsam biraz moscatelli muz kızartması koyar mısınız aciiiba?  Çok açıııım da….