4 Ocak 2014

VİVİŞYUEMERİKRİSTMISENDEHEPİNİUVYIR

Tanrı’nın domuz gibi sağlıklı kulunun yılbaşı gecesi arifesinde yatalak olması inanın Murphy Kanunları’nda bile namevcut. Durur muyum, antibiyotikleri çantama atıp bir aydır dört gözle beklediğimiz Demirhan’la Beril’in ev partisine vurdum kendimi. Annem hayatının yarısının Napoli’nin en tehlikeli sokaklarında ve Mexico City’nin bitirim yollarında geçirmiş olan bendenizi antibiyotik alıyorum diye şöyle korkutmaya yeltendi: “Sakın içme, ölürsün”. Kendisi de 71 yaşına giren arslanlar gibi babamı kapıp Buzuki Orhan’a gitti Park Otel’e. Hem de gece kalmalı filan. (Ne zaman ihtiyarlayacağız biz ama ya?) Neyse, antibiyotik dolu mideyle içemeyince eğlence daha bir büyüdü tabii. Mehmet’in getirdiği acquavita’yla halk hayat bulunca ben de onları izlerken her biri ayakkabı kutusunda saklanması halinde zamanla en az 4.5 milyar dolar edecek resimler çıktım. Çocukluğumuzu bedelli yapmış gibi eğlendik. 2014’e geçen yıllardan daha deli gireceğim damgalandı. Mehmet’in çocukluk arkadaşı Yiğit beni dans ederken havaya atıp sonra da tutamadı sağ olsun. Bir baktım, koltuğun altında boylu boyunca yere yatıyoruz. Açıklamaya çalışsan açıklayamazsın, o derece. Son kalan beyin hücrelerini de Demirhan’ın halısına bıraktık. (Yiğit Mehmet’in iki yaşından beri arkadaşıymış. Teorim şu, üç yaşındayken biraz akıllanınca seçseymiş o hariç herkesi arkadaş diye seçebilirmiş, o derece. O yüzden seçilen seçilmiş hesabı kalmış arkadaş kadrosunda. Yok, iyi çocuk, walakin gani gani ukala. Sıkıntıdan ölünesi Bologna’da okumuş, 35 kişiye bir bar düşen Salamanca’ya köy diyor. ) Ha, Demirhan’la Mehmet’in yol tarifi macerası en sevdiğim. Demirhan: Paşakapısı Cezaevi’nden gir. Mehmet: Hayırrr… Girmesem olmaz mı! Teyet filan geçsem. (Kahkaha efektleriyle) Bu da memleketin çiçeklerinin hayatından çalıp onları duvarlar arasına kapatanlara cevap olsun. Mehmet’in de kendisinden çalınan iki yıla cevabı bu kahkaha. Neresinden bakarsan bak, çok şık. Malt ve Shantel konseriyle son haftam hayli yüksek adrenalinli geçti. Shantel’i konserde köşede sıkıştırıp. “Kayboldun”, dedim. “Ben mi kayboldum, sen mi kayboldun?” dedi. Shantel’e laf mı yetişir. Güzel haber. Biyografi çalışması konusunda renkli projelerim var. 18 Şubat’ta geliyor. Adam 3 saat non-stop dans edip çaldı. Ne repertuar var adamda, cümle Balkan’ı toplasan çıkaramazsın. Dünyada beni en çok eğlendiren müziği o yapıyor mu yapıyor! Son 5 yıldır en tombiş hayalim düğünümde Shantel’in canlı çalması. (Yok aslında, düğün kısmı kabusumun bir parçası.) Projem şu: İtalyan damadın binlerce avrosunu kapıp düğüne Shantel’i çağırıyoruz, sonra Shantel’le paraları alıp kaçıyoruz. İnsan bu hükümetle büyüyünce ister istemez böyle oluyor. Aslında temizimdir  Hayatı bu yıl da erozyon gibi yaşadığım için farkına varamadım. Günlerdir eve uğramıyorum, çeşitli İtalyan topraklarında kamp halindeydim. Nihayet evin yolunu bulabildim, hem de elimle koymuş gibi. Redhack’i bir nehir söyleşiye ikna etmeye çalışırken onlara “artık bana temiz çamaşır ve lokum getirirsiniz” demiştim. Temiz çamaşır getirmek Meral’e kısmet oldu. Günlerdir eve gelmiyorum diye geçen gün ofise beni ziyarete geldi: temiz çamaşır alıp gelmiş. Rezalet! Geçenlerde iki film birden yaptık Pazar günü. Yok, hemen heyecana kapılmayın. Önce, Rus filmi filan derken biz de heyecana kapıldık, ama film sakin geçti. “Kaderin Cilvesi” adıyla çevrilen bir Rus sineması klasiği. Mehmet seçti, Teyfur buldu. Sağ olsunlar. 78’de beri her Noel’de izlenen bir filmmiş. “32 metrekarelik alanda çekilen bir filmle izleyiciyi 3 saat ekrana nasıl bağlarsın?” sorusuna cevap film. Bana sorarsan, aslında film bizi izledi. Sen Türk erkekleriyle Rus filmi izlemek ne demek bilir misin Abidin? Gecenin bombası Demirhan’dan geldi. Kadının filmin başında adam verdiği 15 rubleyi unutmamış. Öyle demeyin. Filmin başıyla sonu arasın da çağ değişiyor. Ortaçağ’dan çıkıp Yeniçağ’a girmek gibi bir şey. Rus ikliminde 3 saat sürüyor, izafi olarak 3 yıl filan. Neyse, Demirhan filmi söyle bitirdi: “Bir 15 Ruble vardı sahi?” … Al Demirhan’ı mali müşavir olarak işe, asla sırtın yere gelmez. Kesin bilgi. Ercüment Hoca’ya da uğradım her Cuma, zulamda bol alkolle. Fenalık geçirdim kesintisiz gülmekten. Yaş: 93. Ne fıkralar var bir bilseniz. Bir tanesi tam memleketi anlatıyor. Sadrazamın bir gün yemekte patlıcana söylenmiş. Adamı da “Hiç sevmem patlıcan. Renginde bile meymenet yok. Tatsız tuzsuz bir sebze” demiş. Ertesi gün yemekte yine patlıcan çıkıp da sadrazam da patlıcana övgüler düzünce: “Patlıcan, ne güzel şeysin. Her şeyle yenirsin. Her tabakta cansın”, demiş. Sadrazam şaşkın: “E, hani sevmiyordun dün patlıcanı” deyince, adamımız vermiş cevabını “ben sizin dalkavuğunuzum, efenim, patlıcanın değil”, demiş. Bir de şuna bakın: Bir Laz müteahhide New York’ta arsa vermişler. Çıkabildiği kadar çıkmış. 30, 40, 50, 60 kat, derken sonunda izin çıkınca bir 10 kat daha çıkmış. “Bir de kaçak kat çıkmam mümkün mü acaba, en çok bunda para var”… Açtık eski kutuları Pazar günü. Ben de çok ayakkabı kutusu var. Biraz kafam çalışsa kaç 4.5 milyar çıkartırdım onlardan. Açtık çeyizi. Ooo, neler neler. Demirhan’ın trende çekilmiş trenin bile unuttuğu resimler. Bana sorsan her biri en az 4.500 dolar eder. Kargo, Bulutsuzluk, Kesmeşeker… Ben onu şantaja davet ederken baktım Mehmet benim resimleri ele geçirmiş, “esas pırlanta burada” diyor. Resimdekinin ben olduğumu ispatlamak için annem dâhil her biri için toplam 450 şahit gerektiren resimleri kapmış. Resimlerde bir ben var, benden içeri. Her birinde toplam bir kaş. (Yıllar sonra kaşları ayırmayı akıl ettiğim iyi oldu, tek fiyatına iki adet kaşım oldu.) Ama delikanlıların elinde de sağlam koz oldu. Bundan sonra boynumuz kıldan ince. Kardeşim deplasmana geldi. Rize’de şenlikli günler geçiriyor. Malumunuz tabip olarak zorunlu hizmette. Geçenlerde bir teyze gelmiş. Kardeşim muayene etmiş, ilacını yazmış, kadın tam giderken: “Dohtor yoh midür? Dohtor nereyedür?” demez mi? Kardeşim ufak-tefek, cep boyu doktor olunca çektiği çileye bak Laz ellerinde. Durun, bu daha bir şey değil. bir gün de bir kadın gelmiş, sürekli “hemşire hanım” deyince kardeşim zıvanadan çıkıp “ben doktorum” demiş. Bu sefer de “doktor bey” demeye başlamış teyze. “Abla daha da beteri var,” dedi Merviş. “Doktor Bey Hanım” diyen var!” Bruno Afganistan’a gidiyor. Yok, Bruno’ya bir şey olmaz. Ben Afganistan için telaşlanıyorum. Biraz da kendime üzülüyorum tabii. Ne üzülecekmişim Bruno’ya, gitti benim enfes aşçım ona üzülüyorum. Pişt, eğil biraz bişi söylicem: Bu devirde kötü olcaksın anacımmmm… Haydi sağlıcakla…