15 Şubat 2011

ISTIRAHA, SEBEB EL VALENTİNİ

Evet, Aziz Valentin’in ruhuna hürmetle Küba seyahatnamemize küçük bir ara vererek tüm yasağa rağmen çiftleri gizlice evlendiren bu azizi saygıyla anıyoruz. (Evlendiriyor da iyi mi yapıyormuş orasını sorgulamıyoruz, sadece anıyoruz). Bu yıl 14 Şubat, 36 yıllık özel tarihime altın harflerle geçmeyi hak kazandı. Aşk tabir edilen baş belasıyla tanıştığım günden beri ilk defa “saat 1 kadar yalnız” bir sevgililer günü geçiriyorum. Kardeşime “eee, bize ne yapıyorsun bu akşam?” (çay, kahve, curaçao azul’lu bir kokteyl, bira-fanta?) diye sormamla pek hali hazırda bir cevabı suratımda kırbaç gibi hissetmem eşzamanlı oldu? “Siz derken? Yalnızlığına ve sana mı?” Alın şu manyağı başımdan, a dostlar. Glossa papuçi, mialo kukuçi, anacımmm. (Dil pabuç, beyin çekirdek) Şu durumun sıra dışı olmasının tadını tatlı tatlı çıkarttırmıyorlar adama güzelim.


Bugün üniversiteye bir gün erken gelmişim. (Dünden buradaymışım, bir de baktım kapısını ben açmışım). Küba rüyasından gerçek dünyaya serbest düşüş indiğimden Arapça kursum olduğunu da unutmuşum. Neyse, akşam oldu, vakit geldi, yüzüne bakılır bir hal alıp kapıdan çıkacaktım ki kıpkırmızı ruju gören tatlı güvenlik görevlisi kızlar olanca meraklarıyla “hocam, sevgililer gününe mi?” diye sordular. “Yok, güzeller, Arapça kursuna gidiyorum” desem de zerre kadar ikna edici olamadım korkarım. “İnanmayız!” dediler gülerek. “Valla ben de inanmıyorum güzel kızlar”, dedim. Güzeller güzeli bir sevgililer günü Arapça kursunda işim ne benim a dostlar! (Ben zaten Amr Diab’a aşığım diye durumu kotarabilirdim, ama kredibilite arz etmedi o an). Kızlar bir kez daha ısrarla sorunca anladım. Beni ofise ziyarete gelen renk renk, desen desen, millet millet yakışıklının hangisinin sevgilim olduğunu anlamanın bir yolu olmalıydı bu. Hepsi de arkadaşım, işin komiği. Baktım toparlayamayacağım, bari şanım yürüsün diye dağınık bıraktım durumu. Saçma sapan yerlerden gelen çiçek ve devasa paketler de manzaraya gizem kattılar.

Kendime Kostas Makedonas'tan “Emmesos plin safos” adlı şarkıyı gönderiyor, hepinizin şerefine enfes bir köpüklü sidra içerken hafif hafif dans ediyorum. Bir de kendime fiyakalı bir resmimi gönderiyorum. (Pek de masum çıkmışım). Ben neyse de, sizin daha çileniz tükenmedi. Sizin için seçtiğim, psikopat gibi kendi romanlarımdan derlediğim aşk seçkilerini okumadan uyumaya gideni mobeselerim! Kitaplarımın bir kısmı bende bile olmadığı için antolojim eksik kalacak, ama bu da tümden kurtulduğunuz anlamına gelmez, prematüre sevinç yapmayın. Bundan on iki yıl önce Arapça’ya ilk başladığım zamanlarda Hola’ya karaladığım birkaç satıra da yek başıma gülmemeyeyim diye onları da ataşladım. Hayrını görün:


“Bu ne bu? III. Selim gelse okuyamaz. Bak, bu arada sana Arapça ders verecek birini buldum. İki kişi saat başı beş bin peseta, üç kişi olursanız dört bin.”

“Bu hesaba göre on sekiz kişi olursak hocanın bizi üçer bin peseta borcu oluyor. Ne saçma. Hem ben nereden bulayım Arapça öğrenmek isteyen ikinci bir kişi!”



Min-el Aşk:



“Çok konuşma da çabuk otur, küçük bezelye. Live Aid konseri başladı.”

“G 8’e söyleyeceğim önce beni kurtarsınlar. Tek ve sek olarak çabuk kurtulurum.”

“Yanılıyorsun, Nosta. İnan Afrika’daki milyonlarca aç insanın kurtulması senin kurtulmandan daha çok umut arz ediyor”. (Kırmızı, 163)



Anoranza ve Aşk hüzünlü bir balayka dinler gibi dinlediler hikâyemi. Aşk atıldı hemen:

“Siz hayatınızı 9/8 yaşayacaksınız diye başkalarını 5/8’le savaşa yolluyorsunuz. Hüzünlü yaşamlar onlara kalıyor hep. Kötüsünüz işte, kötüsünüz. Katliniz vaciptir”. (Hola, 54)


“Sahi, o kadar kötü bir şey midir bu aşk?” diye sordu.

“Evet”, dedim. “Sandığından da kötü. Dördüncü dereceden bir yanıktır o.”

“Her şeye hazırım”, dedi. “Evet, çok korkuyorum, ama gerekirse günümü görmeye razıyım. Bu korkuyu yenmeliyim.”

“İnsan bu korkuyu istemese de yeniyor, sevgili Baroncuğum. Bir süre sonra sadece Aşk değil, korkunun kendisi bile senden korkmaya başlıyor. Bak benim halime.”

“Evet, biliyorum. Siz adamı aşka götürüp aşksız getirirsiniz.”

“Sen nereden biliyorsun?”

“Romanlarda okudum”. (Hola, 76)


“Kendini bana âşık etmen çok kolay. Önemli olan 24 saat sonra da seni hâlâ seviyor olup olmadığım”. (Hola, 246)

“Manu! Ne yapıyorsun orada?”

“Sana şarkı yazıyorum”.

-Beni aradıklarında asla yokumdur

Bulduklarında da o ben değilimdir

En önde olan benim

Koşarak giderim en uzağa… (Hola, 195)

Aşk ne tuhaf bir şeydi. Âşıklar kimsecikler okuyamasın diye güven içinde hiyerogliflerle yazdıklarını sanadursunlar, iyi gözlemciler tüm şifreleri çözdükleri gibi bunu da kolayca çözüyorlar, her şeyi su yüzüne çıkarıyorlardı. Aşk bize şarkılar söylüyordu Talking Heads imzalı: “Stop making sense!” (Hola, 290)


“Sakın bir daha âşık olmayın,” dedi. “Siz âşık olunca ya papaz çıkıyor, ya eşcinsel! Jübile yapın iyisi mi.”

“Yapamaz. Çünkü aşk ondan usanmaz”, diye atıldı Fiore.

“Haklısın. Aşk paratoneri!”

Amanda elinde kağıtlarla içeri girdi bu esnada.

“O ne istediğini çok iyi biliyor.”

“Evet. Her şeyi istiyor”, dedi Signore Bergilo. (Hola, 292)



“Aç parantez, aşk maşk lafı duymak istemiyorum, kapa parantez, sağ ol parantez” (Hola, 314)



“Aşk en az Balsac kadar çirkin, Shakespeare kadar kel ve Dickonson kadar karamsardır. Hayatta hiçbir şey olamayanlar âşık olurlar. Aslına bakarsanız ben hiç âşık olmadım. Aşk kimdir, neye benzer, kaç numara ayakkabı giyer, kahvesini sütlü mü sade mi tercih eder, ya da vals yapmayı bilir mi bilmiyorum. Ama şöyle soğuk bir kış günü elinde bir demek papatyayla gelip kapıyı çalmasını isterdim doğrusu. (Papatyaların sarı ya da beyaz olması hiç önemli değil.) (Bayan Hayatbirrüyadır’ın Yeldeğirmenleri)



“Erkekte 2 M olmalı: Mizah ve Merhamet…” deyişini. Defalarca okuduğum bir romanın başkahramanı gibi duruyordu orada. Tüm repliklerini ezberlediğim bir tiyatro oyuncusuydu sanki. “Erkeklerin Flemenk resmi gibi olanını severim: Ayrıntılar arkada ve uzakta saklıdır. En canlı ve en uyumlu renkler. En cafcaflıları!” (Aşkın Beş Hali, s. 61)



“Aşkın olduğu yerde acı, tüm locaları aylar öncesinden almıştır”, demekle yetindi.

“Biliyorum”, dedim. “Hayattan aldığım seçmeli dersler sayesinde öğrendim”. (ABH, s. 54)



“Benim neden öyle unutamadığım bir aşkım yok?” diye sormuştum ona.

“Çünkü sen zekisin”, demişti.

“Hayır, öküzüm”, diyebilmiştim. (ABH, s. 33)



“Aşk juke-box gibi bir şey Nosta. İçine atacak bozukluğun kalmadığında ses gelmez.”

“Senin şu aşk hakkındaki yorumların da Tarantino filmleri gibi, Pierre” dedim ayağıma çizmelerimi geçirip battaniyemi kaparak. Kapıdan çıkarken bir öpücükle bitirdim repliğimi:

“En sevdiğim yanı bitmeleri!” (ABH, s. 23)



“Aşk sızınca kalbe şehrin rengi değişir”, diyordu televizyondan gelen ses.

“Evet”, dedim köşegen votka şişesinin ustaca elimde uçurarak, “bok rengi olur”. (ABH, 70)

“Hayat böyle, Nostacığım. Gözlerinin mavisine aldandığın adamlar iğrenç Amerikan action filmleri seyrediyorlar, sana  Machado’dan şiirler okuyacak adamların hepsi yetmişine merdiven dayamış,   elinde bir çiçekle çıkıp gelmek gibi ince düşünmeyi başarabilenlerin hepsi kutup ayısı gibi dans ediyor, seni gerçekten anlayan erkekler de masa örtüsü gibi şeyler giyiyorlar! İşte hayat böylesine zor ve imkansız!” diyerek elindeki akordeona benzeyen film programına döndü.  (Hoşçakal Milano, Hoşçakal Aşkım)
“Saf aşk 500.000 liretlik banknot  kadar nadir bulunan bir şeydir.” (HMHA)

“Madem artık tek aşkta karar kıldın ihraç fazlası aşklarından  bir outlet merkezi aç da,  olmayanlar faydalansın,” dedi salonun diğer ucundan  tanıdık bir ses. (HMHA)

“Ama sen daha ona zaman bile vermedin. Aşk Bulgar kilisesi değil ki bir gün de dikiliversin.”
“Ne yani, bana daha âşık bile olmadığını mı söylemek istiyorsun? Onca zamandan sonra!”
“Hayır, sadece güvenin  La Sagrada Familia Katedrali gibi en az iki yüz yılda dikileceğini söylemeye  çalışıyorum. Daha  sanıkları, tanıkları dinlemeden infaz kararı verdin. Baş engizitör gibisin.” (HMHA)

Gerçek aşk  Pekin’in göbeğinde kaybettiğiniz bir Çinli arkadaşınızı bulmak kadar çetrefil, hatta imkânsızdı. Değerli şeyleri elde tutmayı başarmak da bize papalıktan kalma bir yadigârdı şüphesiz. (HMHA)


Sizin için son seçtiğim: “Tanrım, benden esirgediğin şansları biriktirdiğin hesabımdan şu sağnak altında beni havaalanına götürecek yarım akıllı bir taksici bulacak kadar bir meblağ ver lütfen!”

Bize ayrılan bir sevgililer gününün de burada sonuna gelmiş bulunmaktayız. Haydi, dağılın…