3 Mart 2011

SAHİBİNDEN İHTİYAÇTAN

   Evet gençler, hepiniz sabah erkenden kalkıp benden kurtulmuş olmayı umarak bilgisayarınıza koştunuz ve bir de ne göresiniz, blog halının saçaklarına yapışmış, hayata kök salmış. Yok anacım öyle bedavadan benden kurtulmak. Daha çileniz dolmadı. Diyorum ki hazır kapatılmadan sahibinden ihtiyaçtan ilanıyla kurtulsam mı şu blog’dan. (Diyordum ki, kapatıvermişler şekerim) İyi para veren çıkacak olursa iki İspanya, bir Kolombiya yaparım, kalanları da komşunun tavernalarında yerim. Aslında “sahibinden uykusuzluktan” demeliydim. Tarifsiz bir enerji hâsıl oldu bana, artanını Avrupa’ya kakalamayı düşünüyorum.
   Bir para veren çıkar mı deyince, konu kendi kendine bağlanıverdi. Sevgili Nebi Hocam yüzdefterinde geçen gün hakkımda ballı sözler yazmış. Sergüzeşt kızının maceralarından bıkıp onu acilen birilerine kakalamak arzusunda olan bir babanın sesi vardı cümlelerde. Ben de dedim ki, “hocam, başlık parası isteyen, yanlışlıkla bir şeyler veren çıkacak olursa kırışırız Güney Amerika’ya kaçarız.” Velhasıl, Nebi Hoca bugün gelip son noktayı koydu: “Ne diyorsun! Drahoma isteyen çıkmasın, ona dua edelim!” Doğru söze ne hacet!
  Bugün Mr. Mutluluk Hattı ve Nebi Hoca enfes bir öğle yemeğinde çatlayana dek güldük. Sayısız hikâyeden biriyle yemeği kapayan Nebi Hoca’nın enfes bir dershane anlatısı oldu. Adını vermek istemediğim meşhur (lakin sonradan kapanan) dershanelerden birinde bir hoca sınav vermektedir. Çocuklar saçma sapan sorular sorarak adamı delirtirler. Adımızı nereye yazacağız? Soyadımızı yazacak mıyız? Numaramızı yazmasak olur mu?... Adamcağız sabır küpü formatında hepsine tek tek cevap verir. Son olarak gelen soruyla artık zıvanadan çıkar. Babamızın adını yazacak mıyız? Son cevabı da verir: Biliyorsanız yazın! Gülmekten boğulmak üzere olduğumuz andı işte bu. Olay gerçek. Bahsi geçen hoca da Törkiye şartlarında dershaneden atılmış. Ben olsam zam yapardım adama bu cevap için.   Osmanlıca hocamız bir gün bize “Çocuklar, geçen hafta 8 gün içmişim” demişti. Bu hafta baktım, ben de 8 gün kursa gitmişim. Salı günleri açılan açığı hemen sirtaki dersleriyle kapattım. Bugün de Arapça çıkışı bir sirtaki daha yaptım. Gece yarısı eve geldim, bir enerji bir enerji. Cuma günleri devam eden ileri sınıfa yetişmek için özel ders alırken hocayı da telef ettim. Bütün kötü enerjiyi dans salonunda bıraktım. Podi, zevgaria, kimata, playa, gonia, oh tepin tepin rahatladım vallahi. Hırsımı danstan çıkarırken zavallının kollarını bir hayli hırpaladım galiba. Bu arada Despina Vandi’nin şarkılarından birinin de benim için yazılmış olduğunu fark ettim şarkılara kulak kesilirken. (Pali vrika...)
  Arabiyye derslerimiz gittikçe şenleniyor. Haftaya sınıfa gitar çalan bir Arap gelecekmiş. Rüştü buna pek bozuldu. (Kendisi de gitar çalıyormuş, bu kadar sevinen olmamış) Neyse, gelecek olan zat-ı muhteremin Arapça şarkı repertuarı çok sağlammış. İşte sürpriz diye buna derim. (Çocuğun fushası kötü olduğu için geliyormuş derse, hakkında hayırlısı)… Neyse anacııım, on paket peçete aldım, istediğim şarkıları yazmaya başladım bile. Her ders bir tanesini sıkıştıracağım eline, tabak tabak gül de dökerim. Faudel’den “Tellement N’brick” , Amr Diab’tan ne var ne yok, cümlesi, ama özellikle “Ana Ayesh”, Cheb Mami’den “Layali”… Hey yavrum, şansa bak…
  Herkese emeği kadar olan rejim, herkese ihtiyacı kadar olan rejim, cart curt… Diyorum ki herkese verdiği sevgi kadar sevgi, şefkat vereceksin. Doğrusu bu. İhraç fazlasını saklayacaksın, vermeyeceksin namussuzlara. Kızlar şurası olarak toplandık, bütün erkeklerin kendi kendine yetebilen bir hayvanlar âlemi olduğuna kanaat getirdik. İki ayaklı hayvanat bahçeleri. Sadece kendilerini ve işlerini düşünen yaratıklar. Tek hücreli yaratıklar. (İki hücre ve üstü olunca kadın mekanizmasına giriyor doğrudan). Terliksi hayvanlar! Şuradan çıkan son karar.
   Dün sevgili Tayfun aradı. Ünlü grubunun beyni. Yeni albümleri geliyor. Aylardır görüşememiştik, sevindirici oldu. Camillo Pompelmo’yu dinlemeye gidecektik, dünya tatlısı babasının doğum günüymüş. İşte babasından ’96 yılında Pforzheim’da dinlediğim bir anı: “Tayfun darbukayla başladı. Eline geçirdiği yerde dağıtıyordu. Hiç unutmam bir tatil dönüşü Sirkeci’de mola vermiştik. Tayfun’u bıraktık. Bir geldik herkes toplanmış. Tayfun döktürüyor. Daha ilkokula yeni başlamıştı!” Eğlencelik anısı çoktur Ünlü’nün. Kitapta toparladıklarımdan bir tanesini sevgili arkadaşlarım Feritçiğim ve Asrıncığım’ı da ilgilendirdiği için burada paylaşıyor ve kendi kendimi imha ediyorum: “Grubun AF, Özlem Tekin ve Ahmet’le birlikte çıktı On The Rocks adlı Akdeniz turnesinde bir grup kız Tayfun’u çepeçevre sarıyor. “Siz Ünlü’sünüz, değil mi?” diye soruyorlar. Ta oralarda ünlü olduğunu fark eden Tayfun’un sevinçle verdiği “evet” cevabının arkasından gelenler hayli traji-komik: Öyleyse bizi AF’la tanıştırır mısınız?”
   Evimizde meskun "okupalar" olay mekanını terk edene kadar buradayız anacııımm... Beni özleyin :)