26 Temmuz 2012

YAŞAMAK GEREK HAYAT İZİ GEÇMEDEN

 “İslam Korkusu” kitabım bitti. 470 pırıl sayfa. Kitap bitti, lakin bende de bir İslam Korkusu korkusu başladı. Son üç yıldır “ne yapıyorsun?” diyen herkese “İslam Korkusu diye bir kitap yazıyorum”, diyorum. Bu yalanı söylemeye başladığımdan beri ikisi eski baskı 4 kitap yayınladım, 100 adet blog yazdım, on binlerce kilometre yaptım, on binlerce sayfa fotokopi çektirdim envai çeşit kütüphaneden, yüz binlerce satır okudum,  ama kıçımın üzerine oturup da yazamadım bir türlü. İtiraf ediyorum, ben bu kitabı aslında son 5 ayda yazdım. Anacım son beş ay bana beş asır gibi geldi. Kitabı düzeltiyorum, bir taraftan da “ulan, ne güzel olmuş” diyorum. Elime sağlık üzerine afiyet. Pek güzel oldu kitabım. Zincirden boşanmam için geriye sayış başladı. Final countdown’da neler olacak bakalım? Evet, önümüzdeki 6 aylık kalkınma planımı açıklıyorum.
-Bir mutfak romanı yazmak. Aslında 2007’den beri yazmayı hayal ettiğim bir roman bu. Kurgusu da o zamandan hazır. Malum ben aşklarını rentabilize eden bir kadınım. En renkli aşkımdan henüz bir rant çıkarmadım. Yunanistan henüz buna hazır mı bilmiyorum. Hey yavruuum, Spider Murphy Gangy’in “Skandal im Sperrbezirk.” Bir şarkısı vardır, işte o bezirk (eyalet) Atina’ymış aslında. Program yapımcısı bir abimiz. Bana Selanik’in unutulmuş bir köyünde, nehir kenarında bir restoranı kapatmış ve sürpriz yapıp Balkan müzisyenleri getirmişti. Sonra bir de soruyorlar, nereden buluyor muşum bu hikâyeleri. Ben oturuyorum anacım, hikâyeler bana geliyor.
-Bu romanı yazmak için ülke ülke, köy köy dolaşıp yemek tarifi toplayacağım. İlk önce de Vasilis’in annesine gideceğim, Sakız’ın kuzeyine.
-Yemenin ve içmenin piri, hedonistim Slobodan’ımla bir dizi röportaj yapacağım. Bu arada arpa suyundan nasibimi alıp kalori ibresinde zirveleri, tartının ibresinde ise baskül ötesi sayılar göreceğim korkarım. Slobo pek tabii bu tarifleri ve komik hikâyeleriyle romana kahraman olmaya da hal kazandı bence.
-İnsanda akıl bırakmayan falcım da olmalı bu kitapta. Geçen Perşembe yine mahvetti beni. Aklım almıyor a dostlar, görmedim ben böyle şey. Son yıllarda bana ilk defa evleneceğim adamın ismindeki harfleri verdi. R ve N harfleri varmış. Menşeini sordum, “baskın bir kültürden” dedi. Rönesansım baskınım, İtalyan mısın? Helenim taşkınım, Yunan mısın? Neredeysen birkaç on yıl daha gelme anacım. Benim böyle keyfim pek bir yerinde. Sana randevu veriyorum yakışıklı, 40 yıl sonra, Nekropol’de buluşalım. Yakanda bir karanfil olsun hey yavruuummm…
      Bu sabah pastanede hayatımın editörü Adnan Özer’in Fernando Pessoa kitabına yeniden başladım. Önsözde Gil Vicente’den bir dize almış: “Madre, no seré casada, por no ver vida cansada”. (Evli olmayacağım ana, yorun hayatı görmemek için). Nasıl? İşte ben. Ama geçen gün deniz fenerine giderken yolda ağaçlar arasında bir gözlemecide durduk. Baktık ortada kadın madın yok. Sonra birden bir amca hasıl olup aldı eline oklavayı, yaptı gözlemeleri getiriverdi. Baş işte, bu model güzel. Her eve lazım.
      Oklava ve gözleme deyince aklıma çaresiz Hayat Bilgisi’nin Ruhi’si (Ceyhun Yılmaz) geldi. Ruhi umutsuzca iş arar, nihayet bir gözlemecide “gözlemeci kadın” olarak işe girer. Başı bağlı, elinde oklava, yamuk yumuk şeyler açar hamurla. İşveren de şüpheyle başında dikilmektedir. İşte tam o esnada hayatta en sevdiğim rekliklerden birini söyler: “Sen de biraz gayret etsene unlu mamül!”
        Dün ofiste tatlı tatlı otururken kafamı bir kaldırdım ki Gökhan Sezen. Nebi Hocam sürpriz yapmış, (sabah söylemişti de, pek inanmamıştım) üniversiteye gelen Gökhan’ı tutmuş kolundan getirmiş. (Sevgili okur hatırlar, son yedi yıldır bu konuya çalışıyor Nebi Hocam.) Toka yoktu, ben de kalfama mandal takmıştım. (Mandalın ofiste ne işi var diye sorarsanız, cevap verebilemem. Ama karşılık veririm: “Eeee, peruğun ne işi var ofiste?”.) Hocam, “kızımız doçent oldu”, dedi. Ben de kafamdaki mandalla çaresiz “Ee, ben doçent olduğuma göre akademinin halini hayal edersiniz her halde”, demekle yetindim. Mandal bu kadarına el veriyordu. Sonra da biraz durumu toparlarım belki diye “bizim sülalenin bütün kadınları size âşık”, dedim. Cümlesinin çocukcağız her televizyaya çıktığında beni uyandırıp ballı küfrü yediklerini söylemedim tabii. (O okurla benim aramda). Neyse kazasız belasız atlattık ikinci (korkarım aynı zamanda da son) görüşmeyi. Vallahi pek yakışıklı çocuk, ama burnuna yaptırdığı gibi bir de ismine estetik operasyon yaptırıp fazla harflerden birinin yerine bir R ekletsin. Aloo? Alaatinim doktorum, bi bakar mısın?
      Yavrum, pek de bir sıcak oldu. Kardeşimin dediği gibi iyice sündük, içinde bulunduğumuz kabın şeklini alacak kıvamdayız. Hele hele tembelliğe dair bir şey duydum ki, pek hoşuma gitti. Denizciğim Kırgızlardan öğrenmiş. Onlarda oturmak yokmuş. Misafirliğe oturmaya değil, doğrudan yatmaya gidilirmiş. “Bir maniniz yoksa annemler size yatmaya gelecek” durumu varmış yani. Misafir gelince bir köşeye yatırılır, çayı da yere koyulurmuş. Dirseklerini kırıp çaylarını içerek sohbet ederlermiş. Alaattinim doktorum, bendeki malzemeden Kırgız çıkar mı? Çıkarsa elini korkak alıştırma canım, artık parçalardan da iki küçük Japon çıkar.
     Az kalsın unutuyordum. Haftanın incisi yine Hande’den. Bu hafta bizim üniversiteden bir çocuk İtalyan konsolosluğuna vize almaya gitmiş. O da beni sormuş, adımı söylemiş. Çocuk da “tanımıyorum, ama bir bakayım, belki resminden çıkarırım”, demiş.” Hande’den el-cevap: “Yok, Özlem öyle bir şey değildir. Onu ya tanırsınız, ya tanımazsınız”. Nasıl? Daha güzelini henüz duymadım anacımmm.
          Hafta sonu Poseidon Felsefe Okulu’nda idik. Yani Armutlu deniz fenerinde. Deniz ve Levent bana müthiş bir jest yapıp beni denize bakan bir odaya kapattılar kitabımla. Aktüel dergisi de oradaydı. Herkes çok tatlıydı.  En maymun hallerimle poz verdim gençlere. Resimleri görüp “bu ne hal?” derlerse, “İslam Korkusu yaptı beni böyle”, derim. Gül gibi kızdım 5 ay önce. İncir ağacının altına yatıp keyfettiler. Hafta sonunun en komik anları yolda geçirdiğimiz saatlerdi. Levent türküleri deşifre etmeye çalışıyor. Neler bulmuş neler. Sonra ben de bir düşündüm ki, RTÜK saçma sapan şeyleri kırpıyor, olabildiğince sapık türkülerimiz nasıl olsa kulak alışkanlığından çakılmıyor diye ortada serbest geziyorlar. “Entarisi ala benziyor, şeftalisi bala benziyor”. Ne buyrulur? Bence derinden bir yuh çekilir. Şimdi “kızım senin için kötü diyeceksiniz?”, “Art niyet” diyeceksiniz. Hey yavrum, art’ın niyetine bakmaya devam edelim. “İndim derelerine, bilmem nerelerine/ kaytan bıyıklarımı, sürem nerelerine”. İzninizle buradan oha demek istiyorum. Benim mi içim kötü, atalarım mı toptan sapık bilemedim a dostlar.
       Serdar yine dağıttı beni. Bu çocuk bu şarkı sözlerini hangi ortamda yazıyor? (Atasına bak, torununu alma). Yok, severim tatlı şeyi de yine şarkı sözlerinden en anlamlısı “Clap your hands baby” olmuş. Sizin için seçtim yine, boy boylamış, soy soylamış, bakalım ne soylamış?
“Güneşin tadı boşa gider açmadan, kurudum bana verin onu kaçmadan”
     Ruhun altı malum çıfıt çarşısı gibidir. Burada da ileri derecede ev kalmışlık sendromu var. Serdar güzelim, bir 30 yıl sabret ben alırım seni. 

“Aramak gerek iyi kötü seçmeden, yaşamak gerek hayat izi geçmeden”.
      Hmm, beni de zorladı bu satırlar. Hem arayış devam etsin, hem seçmece yok. Yani diyor ki: “Sandığın üstüne iyileri koyduk abla, mıncıklama işte. Üstten al, çek git.”

“Sonumuzu görüp, sağa sola dönüp
Daha iyi kadere çalış.
İki nefes alıp bu büyülü yerin
Tadına da iyice alış”
     Wallahi şiştim, a dostlar. Neresinden tutayım bilemedim, ama yine de madem bulaştım bir deneyeceğim. Jacque the fatalist diye bir roman vardır. (Yıllar önce aldım, daha okuyamadım). Oradan gireyim, dedim, ama olmayacak galiba. “Daha iyi kadere çalış” değil teologların bile çözemeyeceği bir söylem. Ayy, bırakıyorum, dağınık kalsın. Yıllar sonra epistomologlar ve ontologlar kafayı kırıp çözmeye çalışırlarsa, en az 700 sayfalık tez çıkar buradan. Memleketin tezleri gibi 700 sayfa sonunda hiçbir noktaya da gelinmez.
 “Ara sıra gelip haber ver, üzecek adam çok”.
    Yok, anacım, olmayacak bu böyle. Tıkandım. Ben kendimi imha etmeye gidiyorum. Ama gitmeden önce sizi son albümden bulduğum tek anlamlı mısra ile baş başa bırakıyorum:
   “Hayat beni götür aşktan yana!”
     Ps. Ben haftaya gelicem. Daha iyi kadere çalışın. Yokluğumda çok kitap okuyun.