3 Ocak 2013

SWEET HOME ALABAMA!


      Yılbaşına nasıl girersen bütün yıl öyle geçer önermesi doğru ise büsbütün ayvayı yedik demektir. Şansal, sar yavrum geri. Hah, dur.
     Yılbaşı gecesi saat 3’te,  Buket’in evinde. Karşılıklı koltuklara uzanmış, battaniyeye sarılmış limonlu çay içiyoruz. (Bu işte bir yalnızlık mı var yine ya?) Kısmen anlaşılabilir. Lakin battaniyenin altındaki bendenizin üzerinde kadife, payetli mini bir Belle Époque elbisesi, ful makyaj, özenle yapılmış saçlar. Manzara konunun anlaşabilme olasılığını sıfıra indiriyor. Buket tweet atmak üzere. Diyalog şu:
-“Evdeyiz, çay içiyoruz, home sweet home” yazayım mı?
-Yaz. (Kim 2013’ün umut vaat ettiğini söyleyebilir ki? Bana bakın bana, astrolog tabir edilen manyaklar, hani Koçlar için parlak bir başlıyordu? Bu mudur start? Koşmuyorum ben!)
-Ay, çay yazmiiiim. Sıcak çikolata bari yazayım da egzotik dursun. (Yaz, elini korkak alıştırma).
      Şansal, yavrum, sar biraz daha geri.

     Yılbaşı gecesi, saat sekiz, yılbaşı partisine mi gidiyoruz, Cannes’da ödül törenine  anlaşılmayan kıyafetlerle önce motora, sonra da metroya binerek Sayım’ın özel partisine gidiyoruz. Point Otel’in süitine doğru yoldayız. Manzara müthiş, köprü, ışıklar, İstanbul, Sayım’ın yapımını bile kontrol altına aldığı hindi, içkiler. Delikanlı tüm sempatikliğiyle olaya hâkim. Azimliyiz, dans edeceğiz. Lakin DJ’imiz yok. Çalan parçalar karşısında gösterdiğimiz tepkiye dans denemez. (Mösyö Rocheros’nun deyimiyle uzaylılar tepeden görseler, anlayamazlar, “bu bir çeşit dünyalı üreme şekli mi acaba?” diye sorarlar, o derece.) Ama azim var, istek var, engel yok yani. Bütün bunlar yaşanırken geceye katılan bir dizi oyuncusu “birazdan size Antigone’den bir tirat sunacağım” diyor. “Birazdan”dan kastı ne bilsem, ona göre merdivenler ya da asansör arasında bir tercih yapacağım, acil ihtiyaç anında 12 kat aşağı uçmaya da hazırım yani. Kim derdi Boğaziçi’nde kâbusum haline gelen Antigone hayatta karşıma çıkmaya devam edecek, hem de insafsızca. Tam bu esnada Ahmet Hakan darbe yapıyor ve radyoyu ele geçiriyor. Hasan Mutlucan’a giden yol da denebilir. “Viens dans ma vie”nin Farsi versiyonundan tatlı tatlı giderken birden amansızca kendimizi Kardeş Türküler’in kucağında buluyoruz. Hiç sevmem zaten, konserlerinden uçarak kaçmıştım. Bir sonraki adımda halay yöresinin göbeğindeyiz. Anacım, yılbaşı gecesi mi sıra gecesi mi belli değil! Çaktırmadan sıvışmak üzere vedalaşırken Ahmet Bey bize “ama bana bu hakaret yahu” demez mi? Bana sorsan, bu bize hakaret. Bregoviç diyorum, Manu Chao diyorum, halay çekmeye gelmedik ki güzelim. Sayım’a ayaküstü iki ayrı yalan sayıp (Bizi affetsin, ama Özlem Kumrular, Özlem Kumrular olalı böyle işkence görmedi. Diyarbakır değil miydi, o ya?) kendimizi dışarı attık. Kiremitlerini kırdığımın Sezen Aksu’su çalıyor asansörde, ona heyecanla bir koşuşum vardı ki görseniz Allah’ın sopasının olmadığını anlardınız.
       Bu esnada Ebru halimize acıdı, bizi ev partisine çağırıyor. Ve gecenin ikinci maceralı kısmı başlıyoruz. Belle Époque kıyafetleri, bol parlak, kadifeli payetli kıvamda metroya biniyoruz. Afrika metroya taşınmış. Zimbabwe, Kenya, en derin Afrika bize şaşkınlıkla bakıyor. Akut ekibi bizi Levent sapağından alıyor. İşte tam şu anda şu anlamlı karikatürü hatırlıyorum.
      Yılbaşızedeler olarak parti evine getiriliyoruz. Kapıda Lynyrd Skynyrd’la karşılanıyoruz, hem de en sevdiğim şarkıyla: “Sweet home Alabama”. Yaşadığımız facianın sound-track’i için yaratılmış gibi. Parti evine sığınıyoruz. Herkes benle yaşıt, şaka gibi! Bizim şarkılar çalıyor! 80’lerin göbeği.  Bir şenlik, bir şenlik. (Bu arada çocukluğum şarkıları çalıyor ya, evdeki aynalara bakıyorum. Ne diyeyim anacım, dünyaya gelen büyüyor işte!) Hâlâ şoku atlatamadığımız için Selin komutasındaki akut ekipleri bizi bir kenara oturtup yedirip içiriyor.  Fonda dev televizyon ekranında Yalan Dünya, konuk sanatçı da Kenan Doğulu. Kültür Koleji’nden yan sınıf elemanlarından Kenan, Şükrü’yle gezerdi. Bit kadardı. (Sanki şimdi çok büyük diyeceksiniz, siz de haklısınız. Dünyaya gelen büyüyor teorisi sallantıda, bazıları bu kadar kalıyor. Cinsleri böyle.)  Bir yıl daha büyümüşüm, kulağımda çocukluğumun şarkıları, ekranda çocukluğumun yüzlerinden 3-I’dan Kenan. Güya oradan da Serhan’ın dj’lik yaptığı bir mekânda zabaha kadar dans edeceğiz. Nerde anacımmm: Bir hüzne kapılıyoruz yok yere, ilk taksiyle eve! Yolda Hande arıyor. 3-I’dan Hande, en yakın arkadaşım. (O zamanlar benim değil, Kenan’ın en yakın arkadaşı). Herşey nostaljik şekilde planlamış gibi. Gece boyunca şövalyece davranmış, sadece iki küçük bira içmişim. Kötü parti yoktur, az içki vardır, doğru. Buket süit partisinden ilginç bir noktaya parmak basıyor: “Nilgün Belgün kahkaha bile atmadı ya!” Bana sorarsan “beauty is in the eye of the bear-holder”, anacımmm. Yılbaşı gecesi alacaksın oyuncak ayını kucağına, Yalan Dünya seyredeceksin. Bu arada, taksici de kulak misafiri oluyor,  “Ahmet Hakan müzik mi yaptı bu gece?” Dayanamıyorum tabii, “Hacı, keşke sen yapsaydın ya!”  diyorum taksiciye.
     Bir sonraki sahneyi biliyorsunuz: Limonlu çay ve battaniye. Buket şefkati, ev saadeti, hiç çıkmayıp eve dansöz çağırsaymışız keşke.
       Sabah erkenden kalkıp çıkıyorum yola. Köprünün tepesinde polis durduruyor.
-Hanımefendi üfler misiniz?
-Kardeşim, saat sabahın sekizi. Ben zaten 4 saat uyudum, yeni kalktım. (Sanki herif  “kaç saat uyudun abla?” diye sordu. Olsun ben kafa karıştırma taktiğiyle direnişe devam ediyorum.)
-Siz üfleyin yine de.
-Anneme gidiyorum ben, kahvaltıya. (Özellikle bu konuyla hiç ilgilenmiyor. Ya da ilgilenmiyormuş gibi yapıyor.) Hem ya bir şey çıkmazsa ne yapacaksınız? (On gündür girdiğim iddiaları tek tek kazanıyorum ya, bir an boş bulundum herifle iddiaya girmeye çalışıyorum, kafamı kıracak o olacak)
-Abla o zaman gideceksin. (Sensin abla, abla deme bana, ayyyyy)
-Ben üniversitede hocayım. (Son çırpınışlarım : Glu glu..)
-(Poşetinden çıkarıp aleti burnuma sokuyor) Üfle abla.
-(Burhansal bir replikle: Heee, dağam o zaman! )
    Anacım, yılbaşı gecesi ve ertesi sabah İstanbul’da üflenen aletlere giden havayla aya çıkar, halayımızı orada çekerdik. Değil mi Ahmet Abi?
      Hande’yi tek geçerim. Sanki doğrudan roman kahramanı olmak üzere yaratılmış, sonradan yanlışlıkla dünyaya gönderilmiş gibi bir hatun kişidir. Her sözü bir replik, her hareketi bir film karesidir. Dün akşam beni eve çağırmak için ikna çalışmalarında bulundu. “Yunanca kursum var” deyince: “Amannn,” dedi. “Herifler zaten 10 milyon, haritadan silinecekler yakında sen hâlâ Yunanca kursundasın”. Son zamanlarda çok sık görüştüğüm, cümle kız halkının âşık olduğu yakışıklı bir şaheserden bahsedince (oysaki saftirik kardeşçil bir durum içindeyiz, kancacanız) “çek ellerini çocuğun üzerinden” dedi. (Çocuk arkadaşı olsa anlayacağım). “Mundar edeceksin, yazık olacak adama”. (Arkadaş modeline bakar mısın? Kimin arkadaşı belli değil. Tarafını seç, arkadaşım! Ayrıca ortada romantik bir durum filan yok. ) Daha önce Giovanni’ye de böyle demişti. “Bak, kendine dikkat et, Özlem seni karanlıklara çeker, uçurumdan aşağı iter”. Bunu diyen en yakın arkadaşım ha! Söylediği adam da İtalyan! Netekim korkarım dediği gibi oldu.(Karanlıklar kısmı yani.)  “Ay, Giovanni korkudan kulubesinden çıkamıyor”, dedi geçenlerde. (Benim bir şey yaptığım yok, hep olan bana olur, hikâye bittikten sonra kötü kahraman yine ben olurum anacımm). “Özlem bize geliyor, sen de gel demiş” demiş geçenlerde. (Olaydan bir yıl sonra). Giovanni’den el cevap: “Nooooo, noooooooo, Hande, grazieeeeee”.
      Görüldüğü üzere Hande hayatıma giren her erkeği özenle türlü kötülüklerden korumuş, onları önceden uyarmıştır. Aklıma bu durumda gelen tek bir olay var. Sevgili okur hatırlayacaktır. Yıllar önce Bahçeşehir’de gölkenarında bir barda bir arkadaşla oturuyoruz. Tesadüfen o gece Beşiktaş-Alavés maçı var. (Malumunuz yüzyıllardır şampiyonluk yüzü göstermeyen bu bahtsız takımı tutuyorum, salak sadık bir taraftarım.) Lenslerim yok, görmüyorum, bir gol oldu ben de refleks gösterdim sevince. Ne bileyim anacımm, Alavés gol atmış meğer. Yandaki bira fıçısının üzerinde konuşlanan adam 145 derece eğilerek burnumun içine kadar girip olanca sesiyle -yaba gibi ellerini tehdit unsuru olarak gözüme sokmayı da ihmal etmeyerek- bana “Ablaaaa, sen hangi takımı tutuyorsun?” demez mi? Postu deldirmeden sıvıştık oradan. Şimdi buradan Hande’ye soruyorum, “Abla, sen hangi takımı tutuyorsun?”  Atlético Kumrular’ı tutmadığın belli. (Hak etmişimdir artık bu adı diye düşünüyorum, spor salonunda yaşıyorum.)
       Kadınları erkeklerden ayıran şey şudur anacımmm. Kadınlar tek bir adam seçer, bu esnada başka kimseye yüz vermezler. Erkekler ise aynı anda en az iki hatun seçer, hangisi olursa onunla giderler. Onlardaki mide budur. Kadınlar da bunu fark ederler ve mideleri bulanır, olaydan uzaklaşırlar. (Var olanın da içine ederler yani).  Bir kadın herşeyi anlar anacııımmm… Ama erkeklerdeki zekâ henüz bunu çözecek kadar gelişmedi. Bir kadın herşeyi bilir, herşeyi görür, herşeyi hisseder. Bir kadından saklayabileceğiniz hiçbir şey yoktur. Nereden geldik ya buraya? Yandı gülüm devreler!
      Ne diyodum ben ya? Haydi hepinize hepinüvyırr anacımmm…