31 Aralık 2012

ÇEK BİR SCHOPENHAUERRRR…

 -Özlem nasılsın?
-Sarhoş.
      Diyalog dün akşam saat 7 sularında Beşiktaş çarşısında geçmektedir. 17 milyonluk şehirde, çalıştığım 10 bin kişilik üniversiteden yan oda arkadaşım Atabey’le, mezun olduğumuz 30 bin kişilik üniversiteden bir hocamızın evinden gelirken çarşıda köşede bir Pazar akşamı karşılaşma ihtimalimizin probability’sini bir hesaplayıverin a dostlar! (Atabey matematikçi olarak kendisi hesaplasın bunu hatta). İşte bu şehre bu yüzden aşığım.
      Dört gün önce, Taksim’de köşebaşında bu yaz Malta ve İstanbul’da ders verdiğim NATO askerlerinden (8 farklı ülkeden) Yunan Yorgos’la karşılaştım.
-Nereye Yorgo?
-Türkçe kursuna.
-Sen nereye?
-Yunanca kursuna! (Hayatımın son sekiz yılında bitmeyen çilem. Kaldı 92 yıl.)
      Sizce bu karşılaşmanın olasılık hesabına vurulmuş hali nedir? Ya da bu vaka sizce İstanbul’dan gayrı hangi şehirde meydana gelebilir? Bir Tutam Baharat filminde cevabı var: “İşte bu yüzden İstanbul’a poli (şehir) deriz!”. Çünkü başka şehir yoktur!
       Dönelim başa. Peki bir insan evladının iki kadeh şampanya ile akşamüstü tatlı tatlı sarhoş olması olasılığı nedir anacım? 90 yaşındaki Shakespeare hocam Ercümen Hoca ve eşi ile üç kişilik yılbaşı partisi yaptık, bütün yıl böyle geçsin diye. İtiraf ediyorum, ben bu hafta her gece başka bir erken yılbaşı ev partisinde idim. Sonra da soruyorum “14 gün oldu ben neden iyileşmiyorum diye?” Bildiğin tecahül-i arif işte. (Her antibiyotikten sonra bir iki kadeh atmamdan olabilir mi acep?)
     Sevdiğim bir dostum yazar arkadaşları toplamış, yeni yıla erken girelim diye operasyon yapmış. Bütün gece güldük. Ben en çok Ahmet Ümit’in Rusya maceralarına güldüm. Öyle bir sahne anlattı ki, ilk romanımda izniyle kullanasım var. “Zümrüt gözlü kediler” olarak tabir ettiği Rus hatun kuaförler erkekleri yakalayıp o şimdi sadece filmlerde kalan o ısıtma cihazının altına oturtuyorlar. Beş erkek hayal edin, yan yana, makine altında, kafalarında poşet… Off, bir Fırat repliği: ben bundan bişi yparım ki! (Çok yaşa Ufuk Gürsoy)
      Başka bir gece Felsefeneri toplantısı yaptık Gülçin’de. Yıl boyunca deniz fenerinde yapılan felsefe derslerinin bekası için dua ettik. Yok, anacım, şaka yapmıyorum, vallahi ettik. Özlem sağolsun bir “felsefecinin yılbaşı duası” metni hazırlamış, hepimizi parlak bir iple birbirimize bağladı, cümleten âmin dedik. “Tanrım, sen bize Sokrates’in bilgeliğini, Platon’un zekâsını, Descartes’ın kuşkusunu, Schopenhauer’ın aşkını, Wittgenstein mantığını ver”, şeklinde upuzun bir liste idi. Ben en içten âminlerimi Schopenhauer kısmında dedim pektabii. Mümkünse mevcut olan mantığımı da bedenimden sıyırıp alsınlar, kuşku zaten istemem, zekâ dediğinden bende olduğu şüpheli zaten. (Bünyeye ters bir kere). İki de çuval hazırlamış, bir “madde” biri “ruh”. Herkes kendine bir top seçti. Ben ruhtan seçeyim dedim, çıka çıka “anı yaşa” çıktı. Anacım, sanki 38 yıldır başka bir şey yapıyormuşum gibi çıkan şeye bak! Birol madde çekeyim dedi, ona da “boş zaman” çıktı. Son zamanlarda çok boş zamanı varmış zaten, pek kızdı bu işe. “Boş zaman bana çıksaydı keşke”, dedim. Sonra daha güzeline karar verdim. Bu sene çalışmıyorum güzeller. Bu sene konferans, kongre, panel yok. Kimse boş yere çağırmasın bir yere. Bu sene pistlerdeyim. Tam tamına 8 defa profesör olacak kadar YÖK puanım var. Bu sene ben yöküm arkadaş. Dans salonlarındayım, komşunun tavernalarındayım, sahillerindeyim, yepyeni bir dilin kursundayım.  
       Kardeşim güldürmeye devam ediyor. Çalışma odasındaki dergileri ayıklarken bir röportajımı bulduk. Giriş kısmında kitaplarımın çok sürükleyici olduğunu yazmış  röportajı yapan. Kardeşimden akabinde bir twit: “Ablamın kitapları çok sürükleyici gerçekten. Karanlığa ve umutsuzluğa sürüklüyor!” Alın başımdan bu manyağı. Vallahi laf yetiştiremiyorum bu çocuğa ben. Bu ay derslerimde harika konuklarım oldu: Mantar uzmanı Jilber Barutçuyan, eski deniz müzesi müdürümüz Ali Rıza İşipek, iki gün sonra Tuna Kiremitçi gelecek. Kardeşimden yorum: “Abla, aybaşında bir bakıyorsun maaş yok. Muasebeden şöyle diyorlar sana ‘derslerinizi başlarının yaptığı tesbit edildi. Maaşınızı onlara bölüştürdük bu ay’ “.
       Bunlar hiçbir şey değil. Geçen günkü rezaletim tavan yaptı. Ofisten üç araba dolusu fazla kitap çıktı. Çok sevdiğim nazik ötesi bir öğrencimle arabalara yükledik eve taşıdık kitapları. Kolilerin her biri eşek ölüsü kadar. Kardeşim geldiğinde biz çoktan çıkarmıştık onları zaten. Kapıdan içeri girer girmez  “ fiilen”kolilerden birinin üzerine yatıp ölçüm yaparak, yattığı yerden:
“Niye çağırdınız beni ya! Bakın, tam boyum kadar. Nasıl çıkaracakmışım ki ben bu kolileri acıbaaa??” demez mi? Haklı, Allah boy dağıtırken System of a Down konserinde olduğundan mütevellit kısmen kısa kaldı yavrucak. Mesela şu an TUS (Tıpta Umutsuzluk Sınavı) sınavında cerrahi filan seçemez, çünkü masaya zıplasa boyu ancak  “aaa,, neşter mi o?” demeye yeter.
   Sonra da kalktığı yerden Onur’a tepki:
“Sen bu dersi seçmeli mi aldın?”
“Evet”.
“Neden, deli misin sen? Mesela bana bak, ben seçemedim. Doğduğum da bu (bu dediği ben, işaret zamiri olarak dimdik ayakta duruyorum o esnada) vardı, seçme şansım olmadı. Seçmeli abla olmadığı için bana zorla geldi. Gelmiş bulundu. Sen neden kaşındın kendi kendine?
  Yok, anam burada bitse belki ehvenişer, ama biter miiii hiç.
-Ne anlatıyor bu (neyse ki karizma sağlam, tek darbede çizilmiyo. Hala işaret zamiri olarak dikiliyorum) size derste?
 (Onur kaydettiği bir dersten bölüm dinletir. Ses şöyle der: “O dönemde Roma’daki “taberna” sayısının takriben 3000 olduğu sanılıyor.”
Merve’den tepki:
-Aaa, çelişkili ifadeler. Kendi bile emin değil. Takriben, sanılıyor, filan. Ben olsam sınavda sorsa itiraz ederim.
     Kardeşimin masanın üzerindeki devasa mavi kalpli gözlükleri takarak sahneden çekilmesi ise sanırım son vurucu darbe oldu. Sonra da soruyoruz, neden hafif çatlak bir şanım var diye? Bende bu kardeş profili varken burnum hiçbirşeyden kurtulmaz. Gözlükler ekte anacımmm…

      Deniz yıkıp geçmeye devam ediyor. Ne zaman kiminle tanışşsam beni tanıyor oluyor. Sonra farkettim ki herkese beni anlatmış. Sadece anlatsa yine iyi, bir de tanıştırıyor heyecanla. Geçen gece parti dönüşü tatlı bir şarap sarhoşluğuyla itiraf etti. “Hani çocukların çok sevdiği bir oyuncak ayısı olur, herkese göstermek ister. Sen benim oyuncak ayımsın”. Bildim ben durumu. O yüzden rejime başladım zaten. Deniz bu arada rahat durmamış, renkli bir manzaraya daha imza atmış. Levent’e Kifidis’ten bir terlik almış. Küçük gelince ve bittabi fişi de atmış olunca bilin bakalın ne yapmış? Kifidis’e gidip terliğin küçük geldiğini söylemiş. “Ay, fiş de şuralarda bir yerde” diyerek çantasını kasanın yanına boşaltıvermiş. Doğal olarak “hiiiç gerek yoktu”, diyerek terlikleri verip göndermişler yavrukuşumu. Takdir edilesi ve reverans yapılası buluş değil mi?
      Her yılsonunda yeni yıldan neler beklediğimi yazıyorum. Bu sene de bakalım 2013 benden neler istiyor. Sebastiaaannnn, oğlum gel bakalım bu yıl neler yapmayacakmışız. Ver bir curaçao azul, kiraz şekerlemesi de koy. Yanıbaşıma çök.

-Bu yıl Özlem Kumrular tabir edilen doğal afet (fiziksel olarak değil tabii Sebastian, ruhsal olarak) hal ve tavırlarıyla daha az erözyona sebep olsun. Daha az insana küssün, daha az essin, mümkünse… Kendi evinin ait olduğu ve civar belediyeleri daha az telefonla taciz etsin, polisle dalaşmasın, otopark mafyasına bulaşmasın, balkonundan yarı beline kadar eğilip viledayla Sezen Aksu'nun kiremitlerini kırmasın, topuğunu deldirmesin!
-Bu yıl daha az çalışsın, mümkünse hiç çalışmasın, sempozyum sempozyum değil bar bar, sahil sahil, konser konser gezsin. Bavulda daha az, evinde ve konser salonlarında daha çok yaşasın. Yaş ortalaması 290 olan tarihçilerden ve akademisyenlerden, cümle sıkıcı insan evladından, kımıl zararlısından, süneden fersah fersah uzak dursun.
-Hem deliler gibi gezip hem de 8 ayda 530 sayfa kitap yazarak insanlara kendini kötü hissettirmesin. (Çalışsınlar, onların da olsun, nazar etmesinler.) Ya da artık kitapları başkasının ya da alter egosunun yazdığını itiraf etsin. (Sebastiannnn, yeni bir çuraçoa çek! Toniği bol olsun mümkünse.)
-Yeni bir aşk romanı yazsın, keyfi yerine gelsin. Bu kitabı kendisinden aşk romanı isteyen Hande ve Deniz’e ithaf etsin.
-1 Ocak itibariyleee Twitter’a gelsin.
-Bu sene sadece ve sadece hayatını yaşasın. (Kendisininkini yaşarken, başkasınınkini kaydırmadan tabii.)
-Spor salonundan çıkarsınlar bu ayıyı! Baleye filan yazdırsın ailesi, evde ve sağda solda daha az hasar verir.
-Yok olm, iyi kız, bence bu sene çoookkk mutlu olsun. (Takdir et, Sebastian… Amin filan de. Ayağını da kaldırdığını görmiiiimm. Esmiyim, erözyona son! Amin de Sebastiannnnn! )
    Heyyyy  Sebastiannnnn! Az Sokrates çek, bir Schopenhauer çek!