19 Mart 2013

CİNAYET MAHALLİ’NE DÖNÜŞ

       Navigasyon da olmasa evin yolunu bulamayacağım. Neyse, Cumartesi sabahı beşte evin yolunu buldum. Ne güzel, eski günlerdeki gibi. Gece ikiye kadar çalışır, sonra da üç kız süslenip püslenip Kemancı’ya giderdik. Süslenmekten anladığımız savaş boyalarımızı sürmekti tabii. (Bir gün o boyalarla Ortaköy’e inmiştik. Kumpirci bizim kızlara beni gösterip “Hanfendi Japon mu?” demişti. Seviye buydu yani.) Sonra Sıraselviler’de kebapçıya, oradan da doğrudan okula. Sanrım Beawolf’tan nefret etme sebebimiz buydu.
      Pazar gününü de geleneksel olarak domez bir ev oturmasıyla geçireyim dedim.  Maniniz yoksa size oturmaya geleceğim, dedim kendi kendime. Ne mümkün! Kendimi geldiği evde beş dakika dinlenen bir pizza dağıtıcısı gibi hissettim. O biçim yabancılaşmışım evime. Bundan sonra evimde vakit geçirmek için ben ve 7 akademik alter-egomla evde Sırp Dinarı günü düzenlemeyi düşünüyorum.
        Soluğu Buket’te aldım. “Ben Mustafa Sandal oldum” deyince Buket kahkahayı koyverdi ve Nursel’e “, “Haaa, kızın Türk pop kültürü Mustafa Sandal’la sınırlı da ondan” dedi. (Yoo, Serdar’la sınırlı aslında). Sonra bana dönüp “kızım, eskidi onlar, artık Murat Boz var. Ona benze bari”, önerisinde bulundu. Türk yayın dünyasından girip klasik olarak Bridget Jones’un günlüğü tadında sohbetten çıktık. Saat balkabağı olmuş. Buket “Erkekler neden hep dönerler, ama kadınlar asla dönmezler?” sorusuna cevap ararken yılın sözünü koydu ortaya. “Çünkü erkekler aşkı bir cinayet gibi gördükleri için suç mahalline geri dönerler!” Bir roman yazıp böyle başlamalı bence. Sonra bir baktık ki, bir de erkekleri kötülükle suçluyoruz. Ayıptır, günahtır dedik. Hiçbir erkeğe kötü diyecek durumda değilmişiz, hayvanlıkta rekorlar hâlâ elimizdeymiş.   Allah kimseyi bizim elimize düşürmesin.
      Nikosgiller’de hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya, yarın ölecekmiş öteki dünya için yedik. Karısının babası ahçı, hayal edin. Kız restoranda büyümüş. Pantagruel gibi yuttuk. Sonra Yunan kanallarına takıldık biraz. Her birinde bir Türk dizisi, toplam bir gecede 4 dizi. Hafta en az 20-25 dizi demektir bu. Yeni bir Yunan prodüksüyonu dizi çıkmış. Trailer’ın da televizyonu istila eden Türk dizilerini protesto etmek için seslendirmeyi Türkçe, alt yazıyı da Yunanca yapmışlar. Hastası oldum fikrin. Protesotonun ballısı. Pek tatlı, değil mi? Dönerken Niki, bize arabasıyla yol göstermeye kalktı. (Bizde ölmekte olan bir kavram, nezaket). Bruno da “Özlem’in mavi gözleri varken herkes bize yol gösterir” dedi. (Lens onlar bebişim. Bunu ancak bir İtalyan yiyebilir zaten. Ayrıca bu da bizde ölmekte olan başka bir nezaket şekli.)
      Cumartesi gecesi Taksim’in göbeğinde açılan ve bundan sonra da mekânım olacağa benzer Nikki’nin açılışına gittik. Çağlancığım DJ’lik yapınca eski zamanların sert şarkıları tadında hayatım gözlerimin önünde bir şey şeridi gibi geçti. (Bre ne şerididir bu ? :=)  Pentagram Hakan, Ogün ve tüm sevdiklerim oradaydı. Hakan’la başladığım Pentagram kitabını bitirmek üzere vaadleştik. Hiç yaşlanmıyor adamlarım ya! Zıpkın gibiler.  Nejat İşler de DJ’lik yaptı galiba karambolde. (Benim için gecenin sürprizi de çok tatlı bir okurumla tanışmak oldu. Sevgili Gizem. Ona buradan kocaman sevgiler.) Heil Meral, adamımsın :=)  Çocukluğuma döndürdün beni. Bir değil, bin arkadaşa bakıp çıktık :P Deniz ve Oktay’ın yeni performansında ön safları dolduracağız bir sonrakinde.
       Eski ritmime döndüğüm için Yunanca kursuna gittiğimde derste uyuyorum. Gözlerimi kapatıp başka dünyaya geçiyorum. Sağolsun hocamız da halimi anlayıp sesini çıkarmıyor. Hani uyurken bir saniye uyanırsınız da bir şey duyar tepki gösteririrsiniz gözünüz kapalı, sonra uyumaya devam edersiniz ya. İşte o anlarda eğer birisi sınıfta bir kelime sorarsa benim antenler farkında olmadan yakalıyor onu. Son derste şöyle bir şey oldu:
(Sınıfın diğer ucundan bir ses) –Nootropia neydi ya?
(Gözleri kapalı olan bendenizden cevap) –Zihniyet.
      Buna benzer üç vaka yaşanınca pek şenlikli oldu hal bittabi. Uyurken bile yaşıyorum anacımmm. Semra da kızıyor, “biz gözümüz açık hatırlamıyoruz, bu uyurken biliyor”, dedi.  Hayatı yakalamak için farkında olmadan geliştirdiğim yöntem bu galiba.
     Buket’in hatırladığı tatlı bir çocukluk tepkisi geldi aklıma. Çocuk direnir, uyumaz, ama gözleri kapalı direnmektedir: “Yog yaa, beni uyutup siz eğlenceksiniz di miiii!” Geçen gün uyku arasında İlber Ortaylı’nın sesini duyuyorum, tam “hahh, iyice deliriyorum” hissine kapılıyordum ki, gözlerimi bir açtım, oooh, gençlerin beni uyutup gecenin üçünde İlber Hoca’yı dinledikleri gerçeğine uyandım. Rüyada bile rahat yok adama akademik hayattan. Şöyle bir Fele Martinez, bir Gael garcia, bir Stefano Accorsi… Nerdeee anacıımm.
      Kardeşim “Tuna’yla neden bir dizi yapmıyorsunuz?” dedi.”Romantik-komedi”. Tuna ayrıca oynarmış, ben de dışarıdan oyuncu seçmelerine gelirmişim projesine göre. Mantarlı omlet rolü için mantar seçmelerine! (Yakında bana ayrılan bir kardeşin de sonuna geleceğim diye korkuyorum)
      Massimo okulda uyumsuz olmaya devam ediyor. Çocuk İtalyan babanın oğlu tabii. Okulda prototip ev işlerini soruyorlarmış. “Evi kim süpürür?” Bütün sınıf  “anne” deyince Massimo sinirlenip tepinmeye başlamış “babbaaaaa, baaabba süpürür.” Yemeği kim yapar? “babaaaa, babaa yapar”. Direniyor, ayaklarını yere vuruyor, çığırıyor… “Babaaa yapar”. Zor çocuğun işi tabii. Bizim erkekler yuvamızı yapıyor, İtalyanım yemek, ütü, temizlik nevi domez işler yapıyor. Seçim size kalmış.
       Bir türlü izleyemediğim Santa Maradona filmindeki Aziz Maradona’nın Maradona adına başlatılan fan hareketine gönderme olduğundan şüpheleniyorum. Maradona Kilisesi (Iglesia Maradoniana) 1998’de kurulan çılgın bir ekol. “Creo en Dios” (Tanrı’ya inanıyorum) yerine “Creo en Diego” şeklinde başlıyor söylemi. “Her şeye kadir futbolcu, sihrin ve tutkunun yaratıcısı” diye devam ediyor. Duadan bozma bittabi.
    Geçen hafta Tarkan’ın üzerinde kendi resmi olan dolarlar bastırıp konserlerde savurduğunu yazmayı unutmuşum. Bana hediye ettiği kayıt cihazını çalıştırdı kardeşim. En azından kullanmayı becerebilmye başladım. CV’min “kullanabildiği cihazlar” kısmına, televizyon kumandasının altına eklemeyi düşünüyorum.
     İspanya’da okupa’lar var. Metruk evleri mesken ediniyorlar, oralarda yaşıyorlar. Protest oldukları için ortografi hatası yaparak “k” ile yazıyorlar adlarını. Ben de birgün eve geldiğimde onlardan bir grubun evimi mesken edindiği göreceğim yakında. Gelecek sahibi yakinimdir.
   Merve hatırlattı şu güzeller güzeli karikatürü, ilk günkü gibi güldüm :)

Annemin sesi: “Hafta sonu gel, iki gün sabahtan akşama kadar spor yapalım bizim spor salonunda.”
Hande’nin sesi: “Bize gel, spor yapalım. Sana squat yaptırayım, ağır şınav çektireyim.”
Bruno’nun sesi: “Adaya gidelim, bisiklete binelim”.
Sahibinin sesi: “Dağılıııınnn!”
     Nasıl bir fantezidir bu? Kimin fantezisi anacım bu? Dün kardeşim eve geldi. “Kum torbası gibi olmuşsun abla” dedi. Şu anda bana yumruk atanın eli kırılıyor. Bar fedaisi olarak çalışacak kıvama geldim. Yeni papa üniversite masraflarını çıkarmak için bir ara Buenos Aires’te bar fedailiği yapmış. Adamım ya! Bu arada Hürriyet Pazar’da eylemlerime devam edeceğim. Beni okuyunuz anacım J (http://www.hurriyet.com.tr/pazar/22832081.asp)
     Spor salonunda üç kişiydik bugün. Abdominal aletinden kalkınca şöyle bir ses duydum: “Hocam, işiniz bitti mi?” Ohhh nooo, Bahçeşehir Üniversitesi olarak her yerdeyiz.  Bir baktım ki bana ayrılan özel hayatın da bugün de burada sonuna gelmişim. Bir de hayatımda ilk defa yürüyüş bandında düştüm. Kendimi Kürdan Joe gibi hissettim. Salak bir tatlılığım vardı.

-Bruno’nun Nikos’a Nikita demesini,
-El Arrebato nam Endülüslü yakışıklıyı (dinleyin, şenlenin),
-Nancy Ajram’ın Lawn Eiounak klibindeki gülen yüzleri,
-Su aygırlarıyla spor yapıp beğendiğim apoletlerden kendime de bir kat yapma hevesimi,
      Seviyorum…
      Ha bu arada, saçlarım uzadı yok yere. Sinan Abim, güzel abim, traşa geliim mi?