26 Mart 2013

BU DA SANA KAPAK OLSUN ya da SORUNLU SEÇMELİ

      Tatlı bir kitap projem var. İsim babası Murat Belge: “Biz Yedik Ölmedik”. Yaptığım yemeklerden ölmeyen misafirlerimin arka kapakta imzası olan bir yemek kitabı. (Panama’ya gerek yok anacım bize gelsinler. Gerçek Survivor burada.  Yaptıklarımdan sağ çıksalar bile diğer günler buzdolabının yankı yapan saçma boşluğundan ölürler zaten.)Tarifler ve hikâyelerle dolu şenlikli bir kitap. Pazar sabahı mutfakta bir taraftan Balina Cif gibi koşturup diğer taraftan boş kalmasın diye (doğuştan jübileli aslında) beyni haftalık projeyle dolduruyordum. Pazartesi başlayacaktım kitaba. Ta ki akşam gençler gelip beni umutsuzluğa gark edene kadar. “Bir kadın hem zeki, hem güzel, hem başarılı, hem de iyi aşçı olamaz zaten” önermesi (önermeseymişin keşke canımın içi ya) tahmin edeceğiniz üzere haftalık programıma limon sıktı. Anladığım kadarıyla taş sadece aşçılığıma geldi. Ya da ben öyle anlamak istedim.
-Niye portakal koydun ete? (Evde 4 kilo portakal birikmiş dostum. Yemeklerin arasında üleştirdim. Sen bunu ye, ardından portakallı roscón ve portakallı mantar geliyor.)
-Lazanya da mı mantarlı? (Naapsaydım? Babam Çapa pazarından bir çuval istiridye mantarı almış. Hafta arası gelirsen, devamı da yersin azizim.)
-Ateşin altını o kadar açan aşçı mı olur be! (Alternatif var mı? Ateşin başında beklerken gençliğim mi çürüsün? İki peynir kroketi için gençliğimi mi bırakayım tavanın başında?)
     Rahmetli Metin bize son geldiği yemekte ayakkabı köselesinden halli pişen bifteğe “Özlem, bizon çok lezzetli olmuş” diyerek hakkını vermişti. Ruhu şad olsun. Böyle deneysel gidersem etrafımda tek dostum kalmayacak. Ben kuru-pilava döneyim.
      Serdar’ın hafta sonu verdiği röportaj evimizden bir kasırga gibi geçti. Sormuşlar delikanlıya, “İrlandalı sevgiliniz önceden sizin kim olduğunuzu biliyor muydu?” diye. O da şu naçizane cevabı vermiş: “Evet, ama müzikte bir okyanus olduğumu bilmiyordu”. Merve bize bunu anlattığında biz Vahit’le sakızlı ekmek hazırlıyorduk. Benim komaya girdiğim -fiziksel olarak kafamın da apansız ve amansız bir kahkaha darbesiyle hamur teknesine girdiği-  bir anda Merve Vahit’e Serdar’ın albümlerini yaptığı söylenen piyanonun resmini gösterince onu da kaybettik: 

     Ben de bu müzik okyanusunun anısına size “Okyanus” albümünden bir iki parça analizi yapayım bari.  Dört yılımı heba ettim üniversitede ben bunak karılar arasında. Aynı zamanda hem geveze, hem kekeme, hem de bunak bir hıca vardı ki, o bile öldüremedi beni İngiliz edebiyatı ilminde. Şimdi de uygulamalı bir analiz yapalım bakalım.
“Ayrılık bana yakın değil,
Sana uzak ama
Bana tuzak mı bu?”
    Topla gel, Serdar, topla gel. Hacı bu neyyy?  Nasıl toplasın gelsin çocuk bunu? Bırakın dağınık kalsın. Haydi dağalııınnn! Oxymoron’da kral.
     Ahmet bittabi öldürdü bizi. Konu bir şekilde oxymoron’a geldi. Ben hayatımda daha güzel bir oxymoron görmedim a dostlar: zorunlu seçmeli! Yorulmayın çocuklar, biz sizin için seçtik.
       Senenin başından beri yemek tarihi dersimde yaptığımız etimolojik yolculuktan terörize olan, yüz defa dersi bırakmak isteyip son anda vazgeçen tatlı bir öğrencim birkaç defa ofise kararsızca geldi. Son seferinde “sizi araştırdım, siz popüler birisiniz, zor olacak, ama yapacağız bir şeyler artık” deyip gitti. Film gibi çocuk. Ne demek istediğini anlamadım. Popüler, yani popolo’nun, halkın tuttuğuysa ve durum dış dünya değilse söz konusu, ben üniversite sınırları içinde çocukların değil tutmak, ruhlarını bırakıp kaçtıkları biriyim. (Demokrasi aslında “halkın tuttuğu demek”, Dimos (halk) ve kratawo (tutmak) fiilinden geliiyii. Ama bizim okulda çocuklara uygulanan bir rejim değil.)
       Ahmet’e söz verdik, verilen söz geri alınmaz. Arkamdan geleni derse alıyorum. Ama psikolojik baskı, patates baskısı, toplum baskısı, hepsi var senaryoda. Geç gelene “Çay? Kahve?” diye soruyorum. Tatlı bir gerginlik oluyor. Yaptım bir hayır, tut bacağını ayır yani. Bunun üzerine Ahmet’ten yeni proje: “Sor, “çift kaşarlı mı, döner mi?” , döner derse, döner almaya yolla”. (Öğrenci bu, dönerse serindir, dönmezse hiç serin olmamıştır J Vantilatör muydu o ya?)  Ondaki pratik zekânın bir kısmını bana verse, kalanını memlekete ayırsa, fazlasın repo yapsa. Allah Türk erkeklerine zekâ dağıtırken o en sırada milleti güldürüp zavallıları etkisiz hale getirmiş, gökten düşeni de kendine kapıp sıvışmış bence. Zembille? Yok artık! Gönderilmedi ya zevkimden :=)  
       
“Zembille gökten inmedi ya cennetten
Gönderilmedi ya zevkimden
Âşık olmadı ki kader sana
Ah zilli, yasladım başımı koynunda
Besledim yılanı Allahtan
Ayrılınca bulur belasını”

   Geri sar Uğurcumm…  Bakalım büyük feylesof Serdar ne demiş. Cennetin gökte olduğuna dair bir duyum mu almış Serdar? Hem kader neden bana âşık olmamış?  Aşk böyle bir şey demek ki? Önce kaderin âşık olması gerekiyor. Bileymişim. Zillinin koynuna başını yasla, sonra da ona yılan de. Yaslarken iyi.   Korkma sönmez bu şafak/ Larda yüzün alsancak” tadı var, di mi? “Yılanı Allah’tan besledim, oh, iyi ki besledim”  mi, yoksa “Allahından bulsun o şerefsiz mi?” demek istemiş? Yanlış bölüdüğü için çözülemiyor. Ne biçim bir prozodi yamuğu bu bize? Ne demek istemiş üstat burada? Introduction to Serdarology, 101.01 açacak mertebedeyim gayrı.  Sorunlu seçmeli.
       “Okyanus” albümünden,  okyanus kadar derin anlamlı bir parçayla devam edelim.
Bana özelsin, aşkım, bana özelsin (Açıklanabilitesi, anlaşılabilitesi var sözlerin, şükür, mantık kurallarının çeperini zorlamıyor. Tatlı bir Türk possessive hali, iyelik’te zirve, eksiz meksiz)
İlacı sensin aşkın, tanırsan çok seversin ( Hacı, biz uzaktan bu kadar şaşkınız bu sözlere, bir de tanısak, halimiz nice olur?  Ooo, bir tanısan okyanus, baba!)
Bana özelsin, aşkım, bana özelsin (Yaratıcılık da bir yere kadar. Cepten yiyelim biraz, üst mısradan çalalım, dinleyici kitlesini kitledik zaten “poşet” nam güfteyle, kitle kitli, üst mısrayı hatırlayacak durumda değil.)
Her halinle güneşten, hatta benden güzelsin. (Serdar burada 1st person narrator’sa, uzun zamandır aynaya bakmıyor. Yok eğer, 3rd person narrator’sa Julia Gonzaga’nın ağzından filan yazıyor, 16. yüzyıl Venüs’ü ya, yok o da değilse, Serdar’ın yiyip içtiğinden bana da verin!)
     Karikatür balonları insanın hayattaki replikleri olmaya başlayınca, burun moktan kurtulmuyor anacım. Başka bir deyişle, yaktın bizi Yiğit Abi. Tıpta bir adı var mı bilmiyorum ama, halk arasında “Bütün dünyanın Yiğit Özgür okuduğunu sanma sendromu” olarak bilinebilir. Yıllar önce Beyaz’ın programına çıkıp Yiğit’ten bir replikle çok komik olduğunu sandığım bir cevap vermiş, kendi kahkahamın yankısıyla tatlı tatlı morarmaya terk edilmiştim masada. Hem de tek başıma.  Bir gün kardeşimin hayatta ilk kez gördüğü bir öğrencime mekândan ayrılırken “gudbay seksi boy” demesi ise aile boyu her yerimize sirayet eden hafif kontaklığın okulda yayılmasıyla eş anlamlı olabilirdi. Bknz:

      Milletçe mesleklere responsumuz tadından yenmez kıvamda, değil mi? Örneklere bakalım:

-Çocuk ne iş yapıyormuş?
-Müzisyen, ama çok iyi çocuk!

-Ne iş yapıyorsunuz?
-Arkeologum üzerinize afiyet. (Toptop’un kulakları çınlasın)
-Altın çıkıyor mu, altın?

     Şöyle bir reklam duymuş Merve: “Finansbank Gaziosmanpaşa şubemize altınlarınızı getirin (Nasıl bir fantezidir bu, Finansbank kardeşim.)  Hoo, neden, manyadık mı biz? Zaten oraya getirene kadar yarısını yolda çalmazlarsa, tümünü orada çalarlar”, diyor çocuk haklı. Sen sağ, ben selamet. Alt metin: Altınlarınızı Gaziosmanpaşa şubemize çaldırmadan getirirseniz -ki nah getirirsiniz kanımca- altınlarınızı katlar, üzerine otururuz.  Alt metin demişken. Geçen gün üzerinize afiyet tuvalettim. Büyük dağları yaratırken Tanrı’ya yardımcı olmuş bir hocamız -ki kaderin cilvesi sayesinde o da aynı koordinatta bulunuyor benimle o esnada- kurduğum bir cümle üzerine “Yani burada alt metin aslında….” diye başlamaz mı? Yok hacı, o kadar majestik bişi demedim, ben hayata şu anda bir tuvaletten bakıyorum, büyütecek bir şey yok. Müsaade ederseniz, ellerimi yıkayıp kaçacağım tatlı tatlı. Zengin kalkışı. Teyzem masal analizi yaparken tatlı tatlı tırlatmış. Üniversite âlem yer. İspanya’da bu saatte üniversitede bira saati mesela. 11 birası ve kahvesi, gençler kafeteryanın barında cem olup kikirdiyor. Bizde 24 saat akademik diskur.
       Murat’la (Atlantis’ten Gelen Adam) içtik biraları, sonra düşündük, taşındık neden sadece bir avuç 1974 doğumlu insan olduğuna bir cevap bulamadık. Mesela 80’lerde nüfus patlamasının o yıllardaki elektrik kesintisiyle ilgili olduğu iddiası bence demograflarca onaylanabilir. Ulen, insanın eski sınıf arkadaşları ve eski sevgilisinden başka bir tane 74 doğumlu arkadaşı olmaz mı? (Söz konusu da seyyah-ı âlem ben iken.)
    
      Haftanın taponları:
-Şampanya kapağını masanın altından Vahit’e kadar göndermeyi başaran Ahmet’in, Vahit’in “bu ne?” sorusuna verdiği cevap: “Bu da sana kapak olsun!” (Bknz: Bundan önceki bizdeki yemeklerden birinde çok sarhoş olup masanın altından terliğimi masanın diğer ucundaki Tuna’ya kadar ulaştırmamla onun terliği masanın üzerinden göndermesi.)
- Vahit’in küçükken “hükümete çıkmak” deyimini algı şekli. En yüksek yer minare ise, daha yükseği neresi olabilir zannı. İzniyle yeni romanımda kullanmak istiyorum. Ben de küçükkken Zeki Müren’i Keçi Süren duyduğumu itiraf edince, hikâye buradan başladı.
-Murat’ın kafası karışınca “sarışınım ya, anlayış göster” demesi. Çok şeker çocuk.

   İspanyolca ev ödevi:  “deberes”. Ben öteki dünyaya da yetecek kadar verdiğim için çocuklar artık “geberes” koydular adını. Size de biraz geberene kadar deberes vereyim. (Ölene kadar mokoko gibi.)
-Ahmet’in son yazısını, (Başkalarının savaşı: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22877783.asp)
-Ve Tuna’nın blogunu okuyun: http://evrendebiryer.blogspot.com/ (Toptop’a şükran). Kalbimi deldi satırlar. “Ama bırak biraz mahvetsin seni bu havalar. Sen bunu çoktan hak ettin.”

    Baktım da 45.000 kelime çeşnisi ile roman yazıyorum, kimse okumuyor. 100 kelime ile blog yazıyorum, kendime geliyorum. You Tarzan, me Jane? Ben buymuşum, protoplazmaymışım, terliksi hayvanmışım.
    Ne demiş feylesof,  Je t’aime, ille de je t’aime… Allahım sana geliyoruummmm…. Kızma kız Serdar, severiz seni biz iki deli kardeş, kara kedi gireceğine aramıza, seni şöyle alalım otur yakınımıza… Sen beni güldürdün gece gece, Allah da seni güldürsün… (Alt metin: Sırplar güzel şarap yapıyormuş anacımmm) …