12 Mart 2013

“MİLLİ” SPORUMUZ YALAN ya da LİSANSLI SİSTEM AYAR BOZUCUSU

       Anacım, Bilge Karasu Ankara’ya İstanbul’u özleyerek ölümü beklemeye gitmiş. Ve de başarmış. Ben de öldüm Ankara’da, walakin gülmekten. Bayan Hayatbirrüyadır’ın Yeldeğirmenleri romanımın TopTop’u, canımın içi Tarkan  (Kendi tabiriyle ‘Lisanslı sistem ayar bozucusu’)ve kuzenlerle tatlı bir kaçamak yaptık. Yolda Mr. Mutluluk Hattı ile yaptığımız maymunlukların ise bini bir para idi. Koçum Kâmil resmimizi yapıştırıp üzerine çarpı işareti koymuştur bile. Ahmet Abi, ebeveynsiz salmasınlar çocukları Ankara’ya J
       Tatlı parlak paltomu görünce “ayyy, çok rüküş, çok güzel”, dedi. İki dakika geçmedi, yoldan geçen bir şopar çocuk “abüü saçların çok ciksss olmuş” deyince ben de dedim ki “Allahın sopası yok Tarkancım”. (Tarkan saçını süpürge edecek kıvama gelmiş.) Yakışıklı hiç tarzını değiştirmedi. (Kardeşimin tweet’ini hatırladım. Cerrahinin kantini yıllardır hiç çizgisini değiştirmedi: hâlâ kaşarsız.) Tarkan’ı tanımayan biri bir insanın bir dakikada on tane yalanı nasıl ballı ballı söylediğine şaşabilir. Bittabi akılara durgunluk veren hikâyelerin hepsi gerçektir. Çünkü Tarkan âlemdir. Âlemlerin kralıdır. Yeni grubu Art Niyet (İsmin fiyakasına bak, tavan!) kendisini çocukluk hayallerini gerçekleştirmeye adamıştır. Mesela pitonla şarkı söyleyen bir solistle sahne alma. (Bknz: http://www.vidivodo.com/video/art-niyet-erkekler-oyuncak-/374650)
     Bir de hafıza vardır ki sormayın. Hatırlamadığım anılarım onda mahfuzmuş. Ünlü’nün Prenses Otel’deki albüm tanıtımında Kargo’nun yeni solisti olan Koray’ı tanıştırmışım onlarla. İlk defa orada tanışmışız biz de. (Ben o konseri kaleydoskop arkadaşım Ziya’yla birleştirmişim hafızamda. Ortaköy’de konser öncesi bana Calvino’nun Ağaca Tüneyen Baron kitabını hediye etmişti. O sayede tanışmıştım Calvino’yla. Ayaklarımızı denize uzatıp oturmuştuk sahilde. Hayata bak, o arkadaşım 13 yıldır çalıştığım üniversitenin genel sekreteri şimdi, ciddi işlere bakıyor artık J  Calvino’yu da alıp kuliste kamp kurduğumuzu hatırlıyorum.) İşte Tarkan’ın sınırsız hafızasına konuşlanmış bir Kargo konseri anısı: Koray sahneye çıkar ve kalabalığa seslenir. “Siz hiç âşık oldunuz mu?” Ön tarafta şişe gibi dizilen tek cüssede dünyayı taşıyan su aygırı korumalardan koro halinde gelen replik şudur: “Sana ne a… koyiimm!” Koray bozuntuya vermez, devam eder, kız kalabalığına seslenir. “Peki biz hiç âşık olduk mu, merak ediyor musunuz? Aynı korodan el-cevap: “Bize de a… koyiim!” İlahi Tarkan. Ben tabii Tarkan’ın anlattıklarının yüzde birini anlatabiliyorum. TC şartlarında biyografisini yazmak istediğim tek adamsın yeavrooom.
         Tarkan’a bir gönül borcum vardı. Onu ödedim. Dört yıl önce devasa bir konser düzenledi Fethiye’de… Bana da sürpriz yapıp konaklamanın en enfes suitlerinden birini verdi emekli müzik yazarı kadrosundan. Cam sanki yok, yatak denizin içinde. Konserde Teoman’ın da olduğunu öğrenen hasta kafalı sevgilim sinir krizleri geçirip hayatı imkansız hale getirince ben de balkonda gençlerle bir şarap içip  Güven’le (Erkin Erkal) ilk uçakla geri döndüm. (Döndüğüm hayırlı olmuş, camlarımı taşladı herif. Sanıyorsunuz ben bunları böyle alıyorum. Hayır, sağlıklı alıp delirtip bırakıyorum. ) Darıldı Tarkanım, haklı olarak. Bir de üzerine konser bombastik geçmiş. Bu da bana ders oldu. (Darağacındaki Temel’in sonsözü).
        Nerede deli var, nerede kıskanç var, beni bulur anacım… Dün tam da bunu düşünürken, biraz mantığa dalayım dedim, bir de baktım ki herifler haklı. Hayatının içinde benimki kadar renkli, yakışıklı ve eğlenceli erkek olan var mıdır acaba? Renk, renk, desen desen, her ülkeden...  Erkek dediğin mekanizma onların senin arkadaşın olduğunu anlayacak kadar gelişmedi henüz. Hadi len, Adem’in kaburgasından yapılmışmışız... Bana sorarsan yaradışılın son günü (6. gün, 12’ye üç kala) bizim apandisitimizden yapıldı erkekler bence) (Okura dipnot düş Sebastiaaann, apandisitin ne bokuma yaradığı henüz tıp ilminde çözülemedi).
         “Seninle bugün belgeselde oynayalım mı?” Herkesin kurabileceği bir cümle değil ve tabii ki Tarkan patentli. “Bu toprakların Metallica’cıları” belgeseli çekiliyordu gittiğimde. Bu saçlarla ekrana çıkarmıyım ben?! (Kelaynak göçleri belgeseli olsa, neyse, arada kaynarım.)  Gurur duyuyorum Tarkan’ın bir roman kahramanı gibi yaşamasıyla. Kurgusal olarak yaratmaya kalksan, sınırsız hayal gücüyle yaratılabilecek gibi değildir adamım. Slovakya konsolosluğundan vize alırken kendisinden dolar bazında çuvalla depozito istediklerinde “Şişeye benziyor muyum ben ?” demiş, “Geri gelmeyi düşünmüyorum!”. Sonra kısmet bu ya, Slovakya’da bir konsere gitmişler cümbür cemaat. Bratislava’daki meydan heykeline işerken resim çektirip, adını da koyarak konsolosa göndermiş. Orphaned Land için plaket hazırlatıp, “Cuma namazını müteakip” Hacı Bayram Camii’nde (ki bizim Fatih Camii’nin muadili) çocuklara plaket verdirmesine ise hasta oldum. Jimmy Hendrix’in kardeşi Leon Hendrix’i Kocatepe Camii’ne götürüp haç kolyesini çıkartıp manşetlere geçecek olay yaratmasına ne demeli. Tarkannn!  Hayat koçum olmalısın! (Delikanlının bana yıllar yılı yazdığı mektupları dosya halinde götürüp ona sürpriz yapacaktım, ama öyle hikayeler anlattı ki iki gün boyunca unutuverdim dosyayı!)
     Toptop’umla yağmur altında dönme dolaba bindik, bira içtik, patates yedik… İlk romanımdaki Aşk Dede’nin sesidir Toptop. Takip ettiğim tek blogger’dır ayrıca. (Bknz, yan kolon).
        Aşk için savaşanlara zaafım var. Jovanotti’nin enfes bir şarkısının sözlerine dikkat ettim. “Tutto l’amore che ho” (Sahip olduğum tüm aşk)... Klip de enfes. Yakışıklı aşkın reenkarne halini oynuyor. Hey yavrooom, sözlere bak...
“…ti avrei cercato come un cavaliere pazzo,
avrei lottato contro il male e le sue istanze.
I labirinti avrei percorso senza un filo,
nutrendomi di ciò che il suolo avrebbe offerto
e a ogni confine nuovo io avrei chiesto asilo,
avrei rischiato la mia vita in mare aperto.
Considerando che l’amore non ha prezzo
sono disposto a tutto per averne un po’,
considerando che l’amore non ha prezzo
lo pagherò offrendo tutto l’amore,
tutto l’amore che ho.


“…I would've looked for you like a mad knight,
I would've fought against evil and its instances.
I would've gone through the labyrinths without hints,
Feeding on the ground that they would offer
And each new frontier I would have asked for a roof,
I'd have risked my life at sea.
Considering that love is priceless
I am willing to do anything to get a bit of it,
Considering that love is priceless
I will pay all the offered love,
all the love I have.”



       Bir okurum face’den mesaj göndermiş. Beni Galata’da bir yakışıklıyla yemek yerken görmüş, kendisi de oradaymış. Bir kaç bira içmişim, dudaklarımı ıslatmışım. O kimmiş? (Anaaa, toplum baskısının yeni formatı.) Kim olacak, eski sevgilim. Hep yanlış anlaşılmaya müsait bir şekilde yakalanırım, sonra da ayıkla pirincin taşını. Yıllar önce, kurban bayramı tatilinde üniversiteden canımın içi öğrenci dekanımız  Emin Hocam GAP turuna gidiyordu kız arkadaşıyla, beni de çağırdı. Ben de sanırım İtalya’ya gidecektim, aksilik oldu, gidemedim. Kader bu ya, son olarak pek sevdiğim bir öğrencimle düştüm yollara, sırtımızda çanta kendimiz otobüsten otobüse attık, Güneydoğu’da dolaşıyoruz. Urfa’da kalacak yer bulamadık, bayram üzeri. Bir otelin resepsiyonundaki kalabalığın içine karıştık, şansımızı deniyoruz. Tam bu sırada bir yüz bana döndü: “Özlem Hocam!”  Hah, kadere bak. “Açıklayabilirim Emin Hocam”  desem bir türlü, demesem bir türlü.” İtalya süsüyle kalabalığa karışmış pozisyonu da çok kötü hani. Tek boş oda yok. Sağolsunlar bizi suitlerine aldılar, ayakuçlarına iki yatak yattılar. Dört baş uyuduk o odada. Hayatımın en güzel günleriydi.  (Ha ha, hatırladım da üzerimde pembe peluştan bir palto ve mor çizmeler vardı! Sanırım Güneydoğu bana pek hazır değildi zaten J )
      İşte bu çatlak seyahatte kelle koltuk turizmle Adana’ya giderken yolda Yeditepe Üniversitesi’nden iki harika insanla tanıştık. Dünya tatlısı iki öğrenci. Israr ettiler, bizde kırmadık, bizi Antakya’ya evlerine götürdüler ağabey, kız kardeş. Üç gün prenses gibi ağırladılar bizi maaile. Bu memlekete bu yüzden aşığım ben a dostlar... Yıllar sonra sevgilimin ders verdiği bir üniversitede dersini dinlemey gittiğimde bu dünya tatlısı kız kardeşin yıllar sonra onun öğrencisi olduğunu görmüştüm. Tesadüfler kraliçesi miyim ben ya? (Aşkın Beş Hali  sevgiliye buradan selam olsun.) Tatlı kardeşler, sesimi duyuyorsanız ulaşın bana. Gönül borcumuz var size...
      “Ne garip hayat, Chavez öldü, Teoman evlendi”, dedi Serkan. Chavez’i hep pek çok devlet başkanının ayakta dikildiği bir toplantıda tangalı protestocu bir Arjantinli hatunun geçmesi üzerine cümlesini kafasını başka yere çevirmesi ve Chavez’in alkış tutarak kıza destek olmasıyla hatırlayacağım. Ben de böyle devlet başkanı istiyorum arkadaş. Peki bir gün sarayın balkonundan eşine “Marisabel, bu gece zaten senin olanı sana vereceğim” demesine ne demeli.Demişti de milli maço ilan edilmişti. 1992 yılında başarısız darbeden sonra hapiste ona bakan psikiyatrist kendisine narsist teşhisi koymuş. Sevsin kendisini tabii, yakışır.  Chavez görevlendirme ve işten çıkarma operasyonlarını kimi zaman televizyondan yaparmış. (Venezuela gazetelerinde daha neler neler gördüm.) Tatlı olmaz mıydı? “Hanım, televizyonun sesini aç bakayım, orman bakanı mı olmuşum ne?” Hoş bence.
      Bizim veletler Dire Straits’i bile duymamışlar. Sınıfta Mark Knopfler taklidi yapıp “Money for nothing”i söyleyen yarım akıllı bir hoca efsanesi duyarsanız beni hatırlayınız anacımmm. Yine de hatırlamadılar. (Zaten gülerken öldükleri için tüm bildiklerini unuttular. --tüm bildikleri inanın çok değildi zaten-.) Toptop’umla Milli Vanilli’yi de andık. Adamların playback yaptıkları ve yıllar yılı cümle âlemi kandırdıkları ortaya çıkınca ne fiyakalı skandal olmuştu. Yeşil gözler de yalanmış tabii. Tepeden tırnağa yalanmış adamlar. Şarkı da “Girl you know it’s true”… Bir de inandırma çabası var şarkının içinde, oradan şüphelenmeliydik. Anacım, erkeklerde yalan bir “milli” spor.
      Efsane Osmanlıca hocamız pek de sevmediği bir arkadaşının cenazesine gitmiş. Ona sormuşlar “ne işin var diye? “Öldüğünden emin olmak istedim”, demiş o da.
     Hande  “Ankara’ya gidip mutlu olan bir sen varsın tanıdığım”, dedi.  Bir de “bize gel, spor yapalım” teklifinde bulundu. Yıllar geçtikçe insanların fantazileri de değişiyor tabii anacımm. Bu arada Hande bana ağır spor yaptırıyor evde. Sınırsız şınav. Sanırım bir çeşit evden soğutma büyüsü bu.  Ama bana işlemiyor tabii. Geçen gün Şaziye’ye (Mete Amca’nın türbanlısı) “Sana bir sır vereyim, misafir değil o!” demiş.
      Hadi ben kaçtım,  Nikosgiller’e pizza yemeye gidiyorum…  Toplum baskısı, patates baskısı…  Hayat bana güzel anacımmm…
     Beni hatırlayınız J