20 Temmuz 2014

JAMME, JAMME 'NCOPPA, JAMME JÀ!

Funiculì, funiculà! Jamme, jamme 'ncoppa, jamme jà! Né, jamme da la terra a la montagna! Korkmayın, iyiyim. En azından şimdilik. Ofis arkadaşım Yıldız Hoca’yla ağzımıza takıldı Pavarotti’den dinlemeyi pek bir sevdiğimiz Napoli diyalektindeki bu şarkı. Son zamanlarda ben de gece gündüz dinliyorum, eh bir bakalım tarihine de dedik. Napolitano aslında bir diyalekt değil, ayrı bir dildir. Bu yüzden de İtalyanca bilen bir insan Napolitano duyduğunda neden bahsedildiğini anlar genel olarak, hepsi bu. Ama her zaman değil. Üşenmeyip şarkının İtalyanca çevirisine baktık. 1880’de Vezüv’e ilk füniküler hattının kurulması anısına yazılmış bir şarkıymış. Peppino Turco yazmış.( Özellikle Napoli’de pek sık rastlanan bir soyadıdır Turco). Sözlerine de bayıldık. “Jamme” de İtalyanca “andiamo”ymuş. “Gidelim yani”. Pek tatlı söyler Romalılar, kendi diyalektlerinde. “Annamo”. Fünikülerle tepeye çıkmış oradan “Buradan İspanya, Fransa, Procida görülüyor, ama ben seni görüyorum” diyor adam. Hey yavrum hey, şu Napolililer bizim ayıcanlara romantizm derse verseler ya gizliden. Sonntagsfahrer’lardan bahsetmiştik. Hani şu Pazar günleri arabalara doluşup dağ, tepe, şehir gezen Pazar Gezginleri. Özellikle de bir ayağı çukurda ihtiyarlar. İşte ben de onlardan olaydım keşke. Bir Pazar günü ofiste Kiril alfabesi çalışmak hangi kaderde var kardeşim? O Kiril ve kardeşi Metodius’a buradan selam olsun, başka bir dünya olursa maaazallah o dünyada yeni bir alfabe yaratmaya kalkıp asabımı bozmasınlar. Ay kız, o Metodius’a da yazık vallahi. Sen gece gündüz çalış, alfabe yap Yunan, Latin harflerini kollarını eğip büküp, sonra Kiril kalksın adını versin, sen de dımdızlak kal. Neyse ki bütün Kiril kullanan ülkelerde yan yana heykelleri var. Yoksa bütün şanı Kiril çuvalla götürmüş. İstanbul’da gece sokağa çıkıp henüz gitmemenin ayıp olduğu bir yer öğretti Haris bana. Mis Sokak’ta, Barba. Bencileyin arpasuyuperestler için bir cennet. İnsan kendisini havuç tarlasına düşmüş tavşan gibi hissediyor. En sevdiğim bira olan isli biradan koca bir şişe devirip ardından sağlam bir Alman buğday birası ve bir de vişneli bira devirdim. Vişneliyi tavsiye etmem. %3 alkol oranıyla vişne soda kıvamında, boş yere hamallık. Enfes müzik, bilgi küpü barmenleriyle harika bir ortam. Sohbet amaçlı bar etrafında hilal şeklinde toplanıp içme geleneğiyle işliyor. İspanya tadında. Dünyanın en yüksek alkollü birasının The end of History olduğunu da bu gençlerden öğrendim. %55! Şimdilik memlekette bulunabilen en yüksek alkollü bira: Chimay. %9. Etiyopya’da baldan bira yapılıyormuş. Ballı bira değil, baldan bira. Dünyanın ilk içkisi de baldan yapılmıştır zaten. Hayatının bir anlamı olan insanlara bayılıyorum. Haris onlardan biri. Tatavla Keyfi’nde buzuki çalıyor. Benim hastası olduğum İstos Yayınları’nın da editörü ve ortağı. Boğaziçi’nde Latince ve eski Yunanca dersleri veriyordu. Şimdilerde Aristofanes’in komedyalarını Türkçe’ye kazandırıyor. Tam içinde bulunduğumuz dönemi anlatıyormuş. Yoldan geçen bir pastırmacıdan bir siyasi kahramanın yaratıldığı bu eseri heyecanla bekliyoruz. Adam Milattan 3000 yıl önce bizi yazmış anacım. (Siz siz olun sığ ve çiğ insanlardan uzak durun. Onlarla aynı masaya oturup zaman kaybetmeyin. Hayat çok kısa. Anlatacak hikâyesi olmayan insanlardan kaçın. ) Biraları sıralarken dünyayı öğrendim. Venizelos’ta satiriasis (Yunancası priapismos) hastalığı varmış. Cinsel doyumsuzluk, sürekli hazır olma hali yani. Bu yüzden de uzun kıyafetler giyermiş. Ayrıca sesi de inanılmaz derecede inceymiş. Devrin kayıt sistemleri yetersizliğinden de değilmiş bu üstelik. “Nereye gitsem?” diye sordum gençlere. Biraz zorlandılar. Balkanlar’da ve Yunan topraklarında minik köyler ve adalar dâhil gidecek yer bırakmamışım. Umutsuzca aranırken Monemvasia’yı bulduk. Mora’da minik bir kasaba. Yeniçağ’da adı Osmanlı’da da en çok geçen, en kıymetli şarabın çıktığı yer. Malvasier, Malvazya şarabı. Osmanlı Benevşe derdi. İlk defa Slovenya’da Bled Gölü kenarında içmiştim, sonra da müptelası oldum. Bu arada Bled Gölü’nü görmeden sakın ölmeye kalkmayın. Etrafım Rusça konuşan ahaliyle dolunca bir ben kaldım aralarında. “Çok cahilim, keşke ölsem” kıvamında. Maksat da Ruslardan öğrendiği bir fıkrayı anlattı söz konusu Yahudiler olunca son zamanlarda: Yahudiler cumartesi günü sinagogda toplanıp Rusların neden kendilerini sevmediğini sormuşlar. Rabbi bir karar varmış. “Bunu anlamak için onlar gibi düşünmeliyiz. Yani sınırsız votka içmeliyiz” demiş. “Bunun için de gelecek cumartesi herkes 1 litrelik votka getirecek, şu kazana koyup buradan içeceğiz.” Salomon eve gitmiş. Karısına durumu anlatmış. Kadın da “sen şişeyi suyla doldur, koskoca kazanda kim anlayacak senin su götürdüğünü” demiş. Cumartesi gelip de kazandaki likit bardaklara paylaştırılıp içilince ve içtikleri saf su olunca rabbi “işte şimdi anladınız mı?” demiş. Her dilde vardır Yahudi fıkrası. Genelde de hep aynı mecrada döner. Barba’da şenlenirken barmenimiz de bir Rus-Yahudi fıkrası anlattı: Yahudi çocuk masada yemek yerken artık delirip “ben de Rus olacağım, bıktım artık” der. Annesi masadaki renkli yiyecekleri önünden alıp ona bir tane haşlanmış patates verir ve “al işte, Rus oldun” der. Çocuktan el-cevap: “Daha Rus olalı 5 dakika olmadı, ama bütün Yahudilerden nefret ediyorum”. “Danışmak” Azerice “konuşmak” demekmiş. Maksat’ın bir tanıdığı ilk defa gelip “danışma” yazısını görünce pek şaşırmış hem “konuşma” diyorlar, hem de herkes oraya gidip konuşuyor diye. Dön dön, hep Rus, hep Yunan’da bitiyor hikâyemiz. Giri giri… Pek sevdiğim bir kitap vardır, İtalya’da haklı olarak önce best-seller sonra da klasik olmuştur. Marcello D’Orta’nın, Io speriamo che me la cavo’su. Tek geçilesidir. Napolili ilkokul çocuğunun öğretmenleri tarafından verilen konularda yazdıklarından ibaret bir kitap. Yerlere yatmalık. Milano’yla köyünüzü kıyaslayın demişler. Miniklerden biri Milano’yu ballandıra ballandıra anlatıp köyüne gelince “bizim köyde de dön dön (giri giri) hep kiliseye gelirsin” demiş. Bayılmayıp da ne yapacaktım  Ben bu gece Kiril’i yutup sabaha Petersburg’a gideceğim. (Orada patates ve lahana kombiniyle aç kalacağım malum). İlber Hoca da gelecek kongreye. Dolayısıyla “çok cahilim” kıvamım orada da devam edecek. Döner dönmez de Bodrum’da bir salsa festivaline gideceğiz. Festival kumsalda olacakmış. Size oradan bağlanırım. Allahım sana geliyorummm…