9 Kasım 2014

MATERINSKI JEZİK!

Beylerbeyi’nde kombiyi bozup hayalimizin ekranından kutup ayıları, penguenler ve sair sıfır altı derecede seyreden hayvan geçmeye başlayınca annemizin evine sığındık. Burada da aynı ekrandan cehennem zebanileri, üç dişli çatallarıyla cehennem memurları ve ateşten sorumlu öteki dünya bakanları geçmeye başladı. 16. yüzyıl İngiliz edebiyatı dersimize gelen Mr. Endress böyle sıcak karbondioksit-soğuk oksijen arasında çelişik kaldığımızda “there’s no perfect world” derdi. Haklıymış. Kaloriferin yanında güneş kremi sürüp oturma kıvamındayız. Apartmanın bu öteki dünya tatbikatının tek faydası annemler yokken evi satıp Güney Amerika’ya kaçma hayalinden soğumamız oldu. Evde tatlı bir Maldivler havası var. Bunda babamın bizim gibi iki akılsıza emanet edip gittiği çiçeklerin bakımsızlıktan tropik boylara gelmiş olmasının etkisi de yok değil. Bize gelirseniz size dev çiçekler gölgesinde “şemşiyeli” Burhan kokteyli yapar, hatta leğende okyanus efekti bile yaratırım. //////////////////////////////// Yok, ajansı takip etmiyorum. (Ajansı bildiniz değil mi? Yaş geçmeye başlayınca bir Tahsin Amca hali geliyor ki sormayın : ) Ajans beni takip ediyor. Dünyanın dört bir yanından dostlar gelip bana biraz ülkelerinden getiriyorlar. Ben de dünya gündeminden haberdar oluyorum. Haftanın ülkesi Hırvatistan, haftanın arkadaşı Vjeran. Sevgili okur Vjeran’ı uzun zamandır tanır. Hırvat ellerinin en çılgın ve şüphesiz en sempatik tarihçisidir. Yan yana gelince gülme krizleri geçiriyoruz. Hırvatçayı çok unuttuğumu söyleyince bana hemen en faydalı yöntemi önerdi: Bir Hırvat sevgili. (Ben bu aralar o Hırvat sevgiliyi koluma iple bağlamazsam ya kasapta, ya süpermarkette unuturum, anacımm. Hırvat hakkımı son ütücüden yana kullanayım en iyisi.) Tam bu öneri üzerine kahkahayı basınca durumu açıklamak durumunda kaldım. Eee, elim değmişken size de açıklayayım bari.////////////////////////////////// İki yaz önce malumunuz Zadar Üniversitesi’nde Hırvatça kursunda debeleniyorduk. Geçkince İtalyan bir gazeteci ve Romen bir aktris arkadaşla arka üçlüyü tamamladık. Baktık Hırvatça defterde durduğu gibi durmuyor, bari bir Hırvat sevgili bulalım da operasyon kolaylaşsın dedik. Akşamları bu çılgın üçlü (ekibin en genci benim, vaziyeti hayal edin artık) toplanıp “materinski jezik” (anadil) operasyonu adını verdiğimiz işleme çalışacağımıza söz verip kendimizi şehre bırakıyorduk. (Operasyon adı üzerinde bir materinski jezik konuşan yakışıklı bulmaktan mürekkepti). Yemek, kahkaha, eğlence derken “materinski jezik” aramayı bile unutup eve dönüyorduk. (Mutluluğun en hakikatli resmini çizmişiz o aralar). Baktık çok eğleniyoruz, unuttuk gitti biz “anadil”i. Bu arada üniversite rektör yardımcısı, dünyalar yakışıklısı bir arkadaşım oldu. Akşamları müzikologlar toplanıp şehirdeki kompozitör evlerini gezip müzik tarihi anlatıyorlar. Robert sağ olsun beni de götürüyor. Ben de kızları da çağıramadığım için akşamları türlü bahanelerle kayboluyorum. Olay İstanbul’da ya da Mexico City’de değil de, aynı kişiyi bir günde en az dört defa görmezsen ayıp olacağı Zadar şehrinde geçtiği için kızlar bizi bir akşam koştururken görüyor ve heyecanlanıp Robert’e dönerek son sesleriyle : “Materinski jezik!” diye bağırıyorlar. “Açıklayabilirim” dememe pek gerek kalmıyor. Tahmin ve takdir edersiniz ki çok akademik bir rezillik oluyor.//////////////////////////////////////// Bu arada daha da komik bir vaka cereyan ediyor. Meralim birkaç günlüğüne Zadar’a geliyor. O gece de Santana konserine gideceğiz. Ben bir gün öncesinden Robert diye harika bir arkadaşımız olduğunu, yazarlığını, müzik tarihçiliğini heyecanla anlatıp bir resmini gösteriyorum. Ben dersteyken Meral de biletleri almaya gidiyor. Öğlen buluşuyoruz. “Robert’i gördüm, Santana bileti aldık birlikte” diyor. “Üzerinde aynı yeşil gömleği vardı”. Keramet bittabi Robert’in gömleğinde değil, küçük şehrin sürprizli permütasyon, kombinasyon ve olasılık hesaplarında. Şükredin halinize Zadar’da yaşamıyorsunuz. Big Brother hep ensede!////////////////////////////////////////// Geçen gece kardeşim nöbetten aradı. Uyku arasında baktım. “Alo, abla, burada bir teyze var. Senin kardeşin olduğumu duyunca çok sevindi. Diyor ki ‘çocuk yapsın, çoğalsın. Onun gibi insanlar çoğalmalı.’” Bendeki şans bu seviyede zaten. Kardiyolojiye gelmiş yaşlı bir teyze. “Bana bak, yakışıklı, sempatik bir hayran olmadığı sürece sakın bir daha beni uyandırma” diyerek kapattım tabii. Gelelim vakaya. Teyze aynen böyle demiş. Kardinal bir hata! Ofis arkadaşım Başar bundan tam 10 yıl önce yine bir saçmalama anımda şöyle demişti: “Sakın çoğalma. Bir, iki tane olursan hiçbir özelliğin kalmaz. İki, Türkiye senden iki taneye henüz hazır değil.” Sizce de teyze değil de Başar haklı değil mi?//////////////////////// Geçen aylarda da süpermarkette yaşlı bir teyzeye yol vermiştim. Teyze “Aaa, sesinden tanıdım” dedi. “Evladım ne faydalı işler yapıyorsun”. Halk TV izliyormuş. Sohbet ettik. Bütün bir yıl sadece emekli teyzelerin pijama formatında izleyeceği saatte program yapınca izleyici kitlesi ranjı ne yapsın güzelim? Yayın kuşağının da bir profili var. Sonuç üst paragraftaki diyaloğa bağlanıyor nereden bakarsan bak.////////////////////////////////// Balkanlardan gelen tüm dostlar ülkede kaç tane politikacının içeride olduğunu anlatmakla başlıyor işe. Hırvatistan’da da başta ekonomi bakanlığından zatlar ve belediye başkanları olmak üzere o kadar çok politikacı tıkmışlar ki içeri “yeni hapishaneler yapalım, burada yer kalmadı” geyiği başlamış. Malum, medeni ülkelerde “yürütme” yargıya takılıyor. Yürütenlerin hepsi tek tek yakalanmış. Psikopatlardan birinin evine yapılan baskında bodrumda sayısız av hayvanı kafası bulunmuş duvarda. Tanrım, bence sen parayı vermeden önce kime vereceğini sağlam bir düşün. Hayali Ekvador’da yan gelip yatarak ölene kadar chirimoya yemek isteyenleri de gör. Bence bunu hayal eden kız böyle yemeye devam ederse Çin Seddi kıvamında uzaydan da görülecek hale gelecek, sen haydi haydi görürsün oradan. Saçları kızıl. (Tanrı’ya yazardan not)./////////////////////////// Dünyanın ilk bilim-kurgu eseri MS II. yüzyılda yazılmış: Vera Storia. (Gerçek bir hikâye) Lucian nam çılgın bir Suriyeli Helen yazmış. Bir solukta okudum. Hikâye resmen Kristof Kolomb’un günlükleri gibi. Cebelitarık’tan okyanusa açılıp adalar keşfediyor çılgın adam. Bu arada bir ülkenin kralı ona (ülkesinde hiç kadın olmadığı için) evlenmek üzere oğlunu veriyor. Resmen yazılı tarihteki ilk gay evlilik, her ne kadar kurgu da olsa. Ayrıca sadece erkeklerin yaşadıkları ve çocuk doğurdukları bir ülkeye de gidiyor. Ohh, mis! Adamlar dırdırsız ortamların hayaliyle yanmaya en az 2 milenyum önce başlamışlar. /////////////////////////////////// Sofya kitap fuarı başladı. Biricik Tuna’nın dediği gibi merkezden fuara gidene kadar akraba oluyor, metrobüsten inerken sarılıp helalleşiyorsun yanındakiyle resmen. Resmen ve fiilen Güven’ciğimin de dediği gibi “aslında uluslararası bir fuar o, Bulgar da gelsin diye tasarlanmış”. Sofya’ya 1 saatte gidersen, fuara en az 2-3 saatte gidiyorsun. Vizen bitmeden dönebilirsen ne ala! Haftaya Deryacığım’la Gürcistan’dan sonra ikinci uzun seyahatimizi fuara yapacağız. Hakkınızı helal edin. (Bavul hazırlıyoruz).///////////////////////////////// Gezi ve sonrasından kalma bir dolu deniz gözlüğü vardı evde. İlk defa geçenlerde havuzda kullandım. Ne tuhaf his o olm?! Yanlış kullanım hissi verdi resmen. Psikoloji, sen nelere kadirsin bebeğim!//////////////////////////// Aykırı Kumpanya’ya gittik Meralim’le. 3 saat aralıksız gülünür mü arkadaş? Hem sen, Enverim beceriklim, nereden buldun onca anekdotu? Memleketin bir bilim-kurgudan daha absürt son 50 yılık siyasi tarihine güleyim derken telef oldum. Sonlara doğru edebiyat tarihimizden akıl almaz hikâyeler paylaştı Enver. Hiçbir şeyden korkusu olmayan bu adama hastayız biz. Şerefiyle dimdik ayakta duruyor. Oyun esnasında “şu an aramızda olan MİT görevlilerine buradan selam ederim” diyerek neşemize neşe kattı. Acınacak halimizden çılgın bir komedya çıkarmış. Sakın kaçırmayın derim. Ben bir defa daha gideceğim. Bana onun gibi cesur adamlarla gelin! Müptelası oldum. /////////////////////////////////// Sakın yaşlı bir teyze beni seviyorsa, bunu söylemek için beni uyandırayım demeyin. Bacaklarınızı kırarım!