26 Nisan 2015

UZUN, ÇİRKİN VE SIKICI BİR HİKÂYE.

       Dünyanın hiç şüphesiz en güzel adasından geliyorum: Sardinya. Maldivler filan yalan. Sardinya’ya bir giden bir daha asla başka bir yeri, başka bir denizi, başka bir mutfağı sevemez. Sanırım burası ilahi güçlerin cennet alıştırmaları yaptıkları bir yer. Ambroisa ve nektarla besleniyor bu adalılar. Arkadaş, bu kadar güzel bir mutfak olur mu? Bize de yazık. O içi peynir ve patates dolu adanın geleneksel mantısı culurgionis! O tıka basa peynirle şişirilmiş, kızarmış koca bir raviolinin balla yenen hali sebada! Yok böyle bir tatlı. İncecik yufkaların zeytinyağında kurutulmuş çıtır versiyonu pane carasatu! Yaban mersininden yapılan geleneksel likörü mirto! Beni bırakın buraya ve sakın bir daha almaya gelmeyin.
     “Circolo sardo” tatlı bir Sardinya geleneği. İspanyollarda da var. Barda kaç arkadaş toplanmışsa hepsi bir defa içki ısmarlar, “circolo” (daire) kapanır. Arkadaş sayısının çokluğuna göre alkol fazlasından telefat da çok oluyor. Adamlar yaşıyorlar, şekerim. Geçen sefer adanın limana bakan yemyeşil tepesinde mangalda eşek eti yemiştim. Tadına doyamamıştım. Yok, öyle dudaklarınızı büzüştürüp bakmayın. Eşek eti lokum gibi, hafif, tatlı bir et. Yıllar yılı bize gizli gizli eşek eti yediren sucukçular bu etin gerçek değeri üzerinden satsalardı onları köşeyi dönmüşlerdi. Nitekim at ve eşek eti hepsinden pahalı. Bu sefer de atın tadına baktım. Lezizdi. Kokusuz et sevenler için tavsiye edilesi. Bir Ortaçağ filozofu Isidor de Sevilla at etinin yenmemesi gerektiğini, çünkü atın insan için ağlayan tek hayvan olduğunu söyler. Türkler de doğal olarak yoldaşları olduğu için at eti yememişlerdir. Bana her şey mubah anacımmmm.
     Son on yılda altı defa geldim bu rüya adanın en büyük şehri Cagliari’ye. Doktora öğrencilerine esirler ve korsanlar üzerine bir seminer verdim. En son derse geldiğimden bu yana çok şey değişmiş. Hepsinin elinde bir telefon, bık bık bık… Ön sıralar hariç kimse dinlemiyor. Biz son düzgün nesilmişiz. Bu gidişle bizden sonra tufan bile değil. Üniversitede bir hocamız uyardığı bir öğrenci yeniden telefonla oynayınca alıp camdan dışarı atmış telefonu. İşte bana da bu hocadan verin.
      Gianni harika bir insan, enfes bir hoca. Büyükanneleri bile ateist, komünist bir adalı sülale düşünün. İtalya’da faşistlerin komünist kovaladığı yıllarda hem de. O Cizvit okulunda okumuş, papazları bilgisiyle döver ve bittabi bu taraklarda hiç bezi yok. Bir keresinde günah çıkarmaktan gelen papazların aralarında insanların anlattıkları günahlarla nasıl dalga geçtiklerine şahit olmuş. Şöyle din-proof bir dünya hayal ediyorum. Mis gibi. Dinin sadece tatlı sosyalliklerinin kaldığı bir dünya. (Noel ve paskalyada kurulan devasa sofralar gibi).
      Bu Cizvit okulundan gelen bir arkadaşıyla karşılaşmış yıllar sonra ve arkadaşı ona karısıyla hep karanlıkta yattığını, aydınlıkta yatmanın günah olduğu söylemiş. (Tabii ben ona yıllar sonra karşılaşıp da konunun nasıl ya da en azından kaç şişe mirto sonrasında buraya geldiğini sormadım). Gianni’nin olaya bakışı: Dünyanın en güzel şeylerini neden karanlıkta saklıyoruz? Bir keresinde de bir arkadaşının kilise düğününde nikâh şahidi olmuş. Tabii din bölümüne de bir şey yazılması gerekiyormuş. Papaz Gianni’yi tanıdığı için ne yazacağını bilememiş. Sonunda yamağına: “ ‘az praktikan Katolik’ yaz”, demiş. Koptum. Malum “Cattolico non praticante” (Dinin şartlarını yerine getirmeyen, uygulamayan Katolik) var ama azı, çoğu yok bunun.
             Doğduğunda vaftiz babası ona bir kuzu hediye etmiş. Birkaç yıl içinde o kuzudan 30 tane koyunu olmuş. Pastoral romanslardaki çoban hayatına hep özenmişimdir. Cervantes de özenir bu hayata. “ ‘Senin’ ve ‘benim’ kelimesinin olmadığı bir dünya” der bunun için. Yok arkadaş, ben bavulu toplayıp adalı olmaya gidiyorum. İtalya’da bir dönem pek çok asker yolcusunun uyguladığı bir sistemmiş: nabız yükselten ilaçlarla askerden yırtmak. Biz buna İtalyan arkadaşlar arasında “Servizi Mediterranei” (Akdeniz Hizmetleri) diyoruz.
       Sevgili okur hatırlar. Şekerli bir arkadaşım var Sardinya’da: Eva. Dünyanın en komik insanları sıralamasında ilk 10’a rahat girer. İnsanın bir yıllık gülme ihtiyacını tek oturuşta karşılar. O da bir Cizvit okulunda okumuş. Bu okullar inanmayanlar için bir işkence. Rahibe sık sık sorunca şu diyalog yaşanıyormuş. -Anneni mi daha çok seviyorsun, Tanrı’yı mı? -Annemi. -Git 100 kere “Tanrı’yı seviyorum” yaz. Eskileri hatırlayıp güldük. Ona bir keresinde yaşlı ve bilgin erkekleri sevmek üzerine bir şey demiştim. O da onu unutmamış. “Yatak odasıyla, kütüphaneyi karıştırma”. (Gerçi bunu da bana Ana demişti) Sardinya da bizim memleket gibi. Evlenmediysen hemen baskı başlar.
-Çocuğun var mı?
-Yok.
-Evli değil misin?
-Hayır.
-Neden?
-Bu uzun, çirkin ve sıkıcı bir hikâye.
    Çok tuttum. Bana da bundan sonra sorarlarsa aynı cevabı vereceğim. (Yalan kızzzz, benimkisi çok uzun, tatlı ve eğlenceli bir hikâye. İşte tam da bu yüzden hiç evlenmiyorum.) Gianni Eva’nın sevgilisi olmadığını öğrenince fakültedeki sevgili olma potansiyeli taşıyan erkekleri saydı. (İtalya’da bölüm başkanı görev tanımı içinde ne tatlı şeyler var, bakın). Hiçbirini beğenmedi. “Ya Giovanni?” “Mauro’yu nasıl buluyorsun?” “Antonio olmaz mı?” Ben bu arada ağzıma tıkıştırdığım culurgionis’lerle gülmekten boğulma tadına ulaşınca neden güldüğümü anlatmak zorunda kaldım. (Fakültedeki bütün yakışıklı ve single’ların adını öğrenmiş oldum :) ) 93 yaşındaki Shakespeare hocamın anlattığı muzip ve muzır fıkralardan biri aklıma gelmişti, çaresiz anlattım. Adam arkadaşıyla günah çıkartmaya gelir.
 -Peder, çok büyük bir günah işledim. Bir kadınla yattım.
-Kimle, Maria’yla mı?
-Yok.
-Isabel’le mi?
-Hayır, peder.
-Antonia ile mi? -O da değil peder, der ve arkadaşına dönerek. “Yürü oğlum, köydeki bütün o..spuların isimlerini aldım.”
    Eva’nın Çek basketbolcu bir sevgilisi varmış. Adı Adam’mış. Uzun süre şaka sanmış kızlar. Havva’la Adem. “Ceco” (çek) ve “Cieco” (kör) kelimesi neredeyse aynı okunuyor. Arkadaşları aylarca çocuğu Çek değil de kör sanmışlar. Bir gün maça gitmişler ve ilk şoku orada yaşamışlar. “İnanamıyorum, sevgilin topu görüyor gibi oynuyor”. Tabii bu şok birkaç dakika sürmüş ve ayların gizemi çözülünce kahkaha bombası hâsıl olmuş.
    Bir gün Gianni İspanya’da “vino de mesa” (sofra şarabı) istemiş. Adamlar tatlı bir vino de misa (Ayin şarabı) getirmişler. İtalyanca ve İspanyolca karışınca şenlikli oluyor. En çok karışan kelime de “burro”. İtalyanca “tereyağı”, İspanyolca “eşek” demek. Ekmeğinize eşek sürerek ya da tereyağına binerek insanları eğlendiriyorsunuz. Sınıfta ders verirken olursa olunca daha şenlikli oluyor.
      Dönüşte Alitalia tabii ki bavulumu kaybetti. Bavulum 3 gün sonra kedi gibi geldi. Alitalia: Always Late In Take-off Always Late In Arrival. Daha da komiği varmış: Air Line in Tokio and Luggage in Amsterdam. Adamlar uluslararası uçuşta akşam yemeği kılığında küçük tırnak boyunda tam tamına 5 adet bisküvi vermeye devam ediyorlar. Ne derseniz deyin, çok istikrarlılar. Yıllardır bisküvilerin boyu büyümedi. Bu sefer yine dayanamayıp steward’a : “Bu çok, dokunmasın,” demek zorunda kaldım. Alman olsa dayak yerdim, İtalyan olduğu için sağ çıktım.
     Kardeşimin ateist bir arkadaşı söylemiş. “Allah’ın neden 99 adı var, biliyor musun? Çünkü 100 olsa kimse almaz. Mağazalardaki fiyatlar gibi.”
     Haydi bana ciaooo…