26 Ocak 2011

“BEN DE SPORCUNUN ZEKİ, ÇEVİK VE AHLAKLISINI SEVERİM”

Es-salam aleykum, gençlik. Yukarıda okuduğunuz vecize memleketimin belediye başkanlarından biri tarafından bir bez afişte sallandırılmış. Vaktiyle beni pek bir güldürmüştü. Bugün spor bahsi geçince yeniden andık. Son zamanlarda sporun sadece bahsi geçebiliyor malum. Günde aldığım 300 kalori beni sadece bir ruh gibi ofise kadar götürüp, mümkünse bir de geri getirebiliyor.(O da şansım varsa)… İsveçliler bu işi biliyor, anacım. 9 günde 5 kilo verdim, rejim sonunda -13. Cuma günü yani- “her canlı ölümü tadacaktır” güzel sözünü tatbik edecek seviyeye geleceğim korkarım. Şu aralar bütün hayallerim yemek cinsinden. Boşluğa baktığım anlarda gözlerimin önünden nohutlu pilav arabası geçiyor gibi oluyor. Renk renk, desen desen peynirler geçiyor hayalimden. Aklımı kaçırmanın arifesindeyim.


Korkuyla fark ettim ki kendi roman kahramanlarımdan birine benzemeye başlamışım. (Hoşça kal Milano, hoşça kal aşkım). Kahramanımız elinde baskülle yaşar ve günde birkaç kez -pek tabii elinde baskülü olmak kaydıyda- üst katın zilini çalar ve şöyle bir diyalog geçer:

“Amanda abla, sence ben kaç kilo görünüyorum?”

“Kızım, elinde baskül var, tartılıp baksan ya.”

“Yok yok, sence kaç kilo görünüyorum?”

Aynen böyle anacım. Bu arada bu kahramanız en yakın arkadaşımın eski komşusu. (Yani ne yazık ki mevcut). Benim de en yakın dostum baskülüm. Canım sıkıldıkça tartılıyorum. Okulda da herkesin önünde bir piruet yapıp, “sizce kaç kilo görünüyorum” demeye başladığıma göre psikopat roman kahramanı olacak kıvama geldim demektir.

Şimdi diyeceksiniz ki senin açlıktan sinirlerin bozulmuş, ama vallahi öyle değil anacııım. Ülkemin insanı saygısızlık ve sevgisizlikten ölmüş, haberi yok. Ben buralarda daha fazla yaşamamam, şekerim. Zaten her sabah vapura bindiğimde kendimi Lizbon vapurunda sanmaya başlayacak derece marazileşti durum. Sanırım EQ’m memleketimin ruhsuz ve şefkatsiz insanlarına biraz fazla geliyor. Saygısızlık ve sevgisizlikte tavan yaptı halkım. Çok sevdiğiniz birine sevginizi en derinden sunarsınız, almaz, huysuzdur; bir zahmet kendisine yazılan iki satıra geri dönmez, kalpsizdir; vaktinizi harcar bir şeyler yaparsınız saatlerce yanlışlıkla teşekkür bile etmez, alışmıştır; başsağlığı dilersiniz, duymaz, sizi sevmez; başka bir insan türü saygısızlıkta zirveyi zorlayıp kendi belirlediği saate uymaz, umarsızdır… Höyyyyt! Sizle mi uğraşacağım ben duygusal zekâsı düşük insan kadrosu, kaçarım bu yerlerden daha iyi. Haydi güzelim Portekiz’e, Portekiz’e. (Bir fadonun dediği gibi “A Lisboa, a Lisboa)… Biraz nezaket ve şefkat öğrenin, sevgi iliminde paslarınız silinsin.

Siz değilsiniz çöken, ruhunuz çökmüş anacım, ama haberiniz yookkk… Bugün defterimi hafiflettim, sanırım bir daha ruhu çökmüş insanların kıyılarından bile geçmeyeceğim özür gelene kadar.

Bugün yine komik bir an geldi aklımıza, bolca güldük. Vakti zamanında hayırlı bir iş için iki arkadaşımı tanıştırmıştım. Efendim, ilk buluşmaya ben de katıldım doğal olarak. Taksim’de bir jazz barda hoşça vakit geçirdik, dolmuşla döneceğiz. Saat gecenin ikisi. Ataköy dolmuşuna bindik. O saatte dolmuş yavaş dolduğu için aslında bizimle gelmeyecek olan erkek arkadaş da kız arkadaşla biraz daha fazla vakit geçirmek için yanımıza oturdu, dolmuş dolunca çıkacak. Uzunca bir zaman sonra son yolcu gelince, bizim arkadaşa da yol göründü tabii. Memleketimin dolmuş şöforü tam o sırada bıçkınca arkasına dönüp çocuğa ne dese beğenirsiniz? “Buraya kadarmış!”

Başka bir anı da bir öğrencimden. Olay Kardeniz’de bir ilimizde geçiyor. Minibüsün iki yolu vardır. Biri uzunca olduğu için oradan geçecek yolcu yoksa, kısa yoldan devam edilir. Tam o köşeye gelinir, soför sorar: “Bilmem nerede inecek var mı?” Ses gelmez. (Doğal olarak inecek olmadığı için ses de yoktur, normal şartlarda yola devam edilir.) Adam bir kez daha sorar. Yine ses yok. Son sorudan da cevap alamayınca asabiyetini zedeleyip el frenini cart diye çekerek ayağa kalkar ve arkasını dönerek şöyle çığlığı basar: “Ben kime diyoruuummmm!” Hiçbir gezegende benzerimiz yok bizim, anacım.

Oh be, neyse ki bilinen dünyanın en eğlenceli insanıyla -Mr. Mutluluk Hattı- ve 30 kadar Küba dostuyla- Fidel’in memleketine gidiyorum. Küba buna henüz hazır mı, orasını bilemem. Oraya ayak bastığımda tam 15 gündür katıksız aç olacağım. Şimdiden yiyeceğim tropik meyveler, içeceğim romların hayaline düştüm, evdeki Küba yemekleri kitaplarına şekersiz kahvemi içerek bakıyorum. Ne kadar açım siz düşünün. Küba, yeavvrooouuum, moratoryuma hazır mıyız? Fidel Abi, halkın gıdası için ayırdığımız bütçe beni kaldırabilecek mi? Yoksa daha sonra da gelebilirim. Bundan sora kurabiyelerimi sadece kendime yapacağım, oturup kendim yiyeceğim. (Ancak ben hak ediyorum).

Maksat dünya gözüyle Fidel’i görebilmek. Döktüm ne var ne yoksa, okuyorum. Küba büyükelçimizin tatlı eşinin hediye ettiği José Marti kitapları, sayısız okunmuş Che günlüğü, altı çizilerek okunmuş ve sonradan özenle unutulmuş kitaplar, vs. arasında gönlümü fetheden Fidel’le yapılan en harika nehir söyleşi olan Ignacio Ramonet’in röportajlarını okuyorum. 523 sayfa ve bitecek diye korkarak okuyorum. Odasındaki telden bir Don Quijote heykelciği olduğu ve benim gibi Don Camillo sevdiğini bilmek aklımı kaçırdı. Aç karnına okunmaması gereken bir kitapmış bu. Mango toledo diye bir tatlıdan bahsediyor ki, sanırım onun için bile binlerce km yapılır. 10 yaşındayken İspanya iç savaşını gazeteden takip ettiğini düşündüm de, bir de biz de hükümetin profiline bak, demeden geçemedim.

Kardeşim Küba yolcularına enfes bir film getirmiş. “Fidel’in yüzünden!” Filmde Stefano Accorsi’nin oynaması beni baştan bitirdi zaten. Geçen gün de çocuklara “Nisan Devrimi” filmini göstermiştim, kısa zamanda iki kez Stefano görmek kalbime iyi gelmedi. Yok böyle bir oyunculuk, yok böyle bir yakışıklılık. Ferzan Abi de işini biliyor. Bence dünyanın en güzel kadını Penelope, en yakışıklı erkeği de o. Yüzünün her kıvrımı anlamlı yahu! Film bir harika. 70’li yıllarda Fransa’nın kızıllara bakışını inceliyor. Filmin en büyük sürprizi de en sevdiğim kızıl şarkının içinde geçmesi oldu: “Ay Carmela!” İç savaşta (1936-39) Cumhuriyetçilerin önde gelen marşlarından olan bu kızıl parçayı ilk defa on beş yıl önce Málaga’da derste izlediğimiz bir iç savaş filminde duymuş ve o an ezberlemiştim. Gabino Diego’nun (ki kendisine taparım) enfes oyunculuğuyla süslü aynı adlı film: “Ay Carmela”. Gabino’nun oynadığı başka bir mucizevî iç savaş filmi vardır ki onada dilimizde “Cesurlar zamanı” (La hora de los valientes) denir. Bütün bunları şiddetle tavsiye ediyorum. Beğenmezseniz beni bulur vurursunuz.

Arkadaşım meşhur muhafazakâr bir yazarımızı motorda kendi kendine konuşurken görmüş. “Adam delirmiş”, diyerek bana geldi. Hemen muhafazakâr efendiye sordum. Ne dese beğenirsiniz?! “Yok, ben her gün motorda Barbaros’un ruhuna bir Fatiha okurum”. Yorumsuz kalmak isterdim, ama dayanamadım. Barbi’yi ben de çok majestik bulurum da, konu o değil be güzelim. Barbaros tarihini baştan yazan biri olarak acaba neye dua ettiğinin farkında mı arkadaş diye düşündüm. Bari dua ediyorsun, ağzını yüzünü oynatma da reklam almadan yap ibadetini arkadaş. İbadet esnasında bile reklam olmaz ki! Yakında belediye motora da bir mescit yapıverir. Yenikapı’daki İDO iskelesine devasa bir mescit yapana zor iş değil. Kaptana da kıbleyi gösteren pusulalı seccadelerden bir tane, hem seyir, hem ibadet halinde olur mümin. Zaten bütün yeni kaptanlara kılım. 30 saatte ancak yanaşabiliyorlar. (Nepotizm usulüyle getirilip bu mesleğe kasaplıktan geçtiklerinden mütevellit) Şu dilim yüzünden bir gün postu deldireceğim. Geçenlerde sancılı bir vapur yanaşma operasyonundan sonra hışımla dışarı çıkıp camdan bakarken yakaladığım kaptana “Daha çok pratik lazım ihtiyar!” diye bağırmışım. Bir baktım kardeşim ufaktan sıyrılıp kaçıvermiş aradan. Benle sokağa çıkmayı sevmiyor. Yanlış giden otla bokla kavga ediyorum. Çekilmezim sokakta, anacım.

Sözlerime Vağarşak Bey’in hediye ettiği ajandanın bugüne denk gelen kutsal sözleriyle son veriyorum. (Markos) “Sana diyorum, kalk, döşeğini kaldır ve evine git”… Anladınız di mi tüm duygusal zekâsı düşük insan kadrosu? Hooop, kime diyorum!!
  Halet-i ruhiyem alttaki gibidir, ateşle yaklaşmayın!