11 Mayıs 2011

FASTEN YOUR SEAT BELT, ANACIIIMMM…

İyice seyyah-ı âlem oldum, gençler. Eskiden şehirlerarası otobüslerde hiç beklemediğiniz bir anda arka beşliyle arka cam arasından battaniyeye sarılmış bir şekilde muavin hortlardı hatırlarlasınız. (Hatırlamıyorsanız da çaktırmayın, yaşımız çıkmasın ortaya). İşte ben de kendime uçakların arkasında o tatta bir yer edinme arifesindeyim. Mil yapıp gülümsüyorum, anacııım.


Birleşik Ankara-Muğla seyahatinden neşe depolamış vaziyette döndüm. Bilkent’te dünya tatlısı tarih topluluğuyla taze bulduğum delilikleri paylaştım. Bol bol gülecek, bira içecek vaktimiz oldu. Hafta sonunun sürprizi Halil Hoca’nın beni öğle yemeğine götürmesi idi. Her zamanki gibi ömre bedeldi. Onunla geçen her saniyenin altın değerinde olduğunu bir kez daha anladım. Yetmiş yıldır biriktirdiği değerli belgeleri, kitapları, fişlerinden oluşan arşive bu yaz ilk defa benim gireceğimi söyleyerek beni dünyanın en şanslı insanı yaptı. Her zamanki gibi sürpriz doluydu. Sağlığına duacıyız.

Muğla’da da tarih topluluğunun sürprizleriyle karşılandım. Konferans öncesi ve sonrasında çocukluğumu bedelli yapmış gibi güldüm. Böyle tatlı öğrenciler görmedim. Gençler koca koca afişlerle donatmışlar okulu. Sevgili Sinan ve Nazım bende bile olmayan romanlarımı imzalattılar. Sinan altını çizerek, notlar alarak okumuş bu çatlak romanları. Duygusal anlar yaşadım. Romanlarımdaki vakaların ve şahısların gerçek olup olmadığını merak etmişler. Gepgerçek! (Katlı maddesi olarak hayal kullandığımız olsa da, ürünlerimiz gerçektir.) Beni daha da şaşırtan blogdaki vakaların gerçekliği konusundaki meraklarıydı. Özellikle de satışa çıkardığım kelepir yıldızın! (Yıldız sağlamda bu arada, o benim velinimetim sayılır). Yıldızı benim gibi 3 Nisan doğumlu Eddy Murphy’ye fahiş bir fiyata satıp Brezilya’ya kaçmayı düşünüyorum bu aralar. (Aşağıda Muğla Üniversitesi Tarih Topluluğu'nun enfes tişörtü içinde mutlu hallerim.)

Doçentlik sınavı arkadaşlığı askerlik arkadaşlığı gibi bir şeydir. Bu sınavın bana en büyük kazançlarından biri de Ahmet Hoca oldu. O da bir Trak, memleketlim. Muğla’ya vardığım akşam üşenmedi, sağ olsun beni sahil sahil gezdirdi, Halil’in yeri nam enfes bir kaynak kenarında, şu şırıltıları arasında gece kahvesi içtik. Dalaman’a gidip de sakın atlamayın burayı! Önce beni Antep kadı sicillerinden hikâyelerle etkisiz hale getirdi, ertesi gün de komedi bombardımanına tutarak komaya girmemi sağladı. Gençler bol bol resim çekmişler, kahkahalar arasında infilak ederken yakalanmışım kameralara. Sevgili Muzaffer'le Ahmet Hoca'yı dinlerken. Şekil 1-Alfa:

Öğrenciler arasında da yaşayan bir roman kahramanı Ahmet. Her haliyle bir olay. (Manyak word, yüklemsiz cümleymiş. Kapı gibi yüklemi var cümlenin, sen ne anlarsın! Çekil aradan çabuk!) Çocukları hem güldürüp, hem öldürüyor. Derste heyecandan bayılanlar grubuna bu sene biri daha katılmış. Ambulans gelmiş! Çıkışta okulda “Ahmet Hoca’nın bir leşi daha oldu gibi” haberler usul usul dolaşmaya başlamış tabii. Bunların yanı sıra bir de kendisini tatlı tatlı kızdıranlara “kıssadan hisse” öyle bir fıkra anlatıyormuş ki, zavallı çocuklar en az iki hafta utançlarından derse uğramıyorlarmış. Ben de şahit oldum, öğrencilerden biri, “hocam, okulun bitmesine bir ay kaldı, yalvarırım bana fıkra anlatmayın”, dedi. Çok çaresizdi!

Efenim, Ahmet Hoca’nın çocukluk Trakya anılarından bir iki tane seçeyim seçmesine, ama ben onun gibi güzel anlatamam ki! Bu arada benim için “mutlu bir çocukluk geçirdiği için böyle bu kadın”, demişlerdi. (“Böyle” sıfatının derin anlamları için ihaleyi başlatıyorum). Düşündüm de Ahmet de harika bir çocukluk geçirdiği için böyle harika bir insan olmuş. Klonlayacağım onu. Kuzenim gibi Kepirtepe’li o da. Bir gün müdür çağırmış. O da müdürün odasına gidip de halıyı görünce ayakkabılarını çıkarıp masaya kadar gitmiş. Müdür sorunca da “annem beni öldürür, vallahi basamam ben bu halıya”, demez mi!

İlk defa uzun yolculuğa çıkacağı zaman sormuş seyahat edenlere: “otobüse binip de gece olunca ne yapacağız?” “Pijamalarını giyip koltuğunu yatıracaksın”, demişler. Ahmet pijamalarını bavulun en üstüne koymuş. Yola çıkmış, hava kararınca bakmış kimsede hareket yok. “Kadınlarla erkekler aynı yerde mi pijamalarını giyecek acaba?” diye kaygı içinde düşünmüş bütün gece. Büyük bir otogara gelip de diğer otobüslerde kimseciklerin pijamalarıyla uyumadığını görünce gerçeğe ayılmış tabii.

Benim de uzun yol anılarım vardır Milat’tan önceye tekabül eden. Her yaz bizimkiler biraz nefes almak için beni Konya’daki teyzeme üç aylığına bırakıp kaçarlardı. Kendileri için nadas bâbında olan bu seyahat o zamanlar pek bir uzun sürdüğünden benim saat başı çişim gelirdi tabii. Otobüs kafilesi zırt pırt otobüsü durdurup Konya’nın bozkırlarına çişini (en iyi ihtimalle) yapan bu kızın resmini üzerinde kocaman bir çarpı işareti ile otobüs şirketlerinin ofislerine yapıştıracak kıvama gelmişti.

Dün okulumuzda Haydar Aliyev’in 88. doğum günü kutlaması yapıldı. Bakü bile böyle kutlama görmemiştir anacııım. Meşhur Azeri bir ses sanatçısı ortalığı yıktı geçti. Akşam da terasımızda eğlence ve müzik devam etti. Ben de Atatürk’ün sevdiği bir türkü söyledim. Akordeonu uçuran bir müzisyen vardı ki az kalsın cebimize atıp eve getiriyorduk. Minik virtüöz. (Cep size’di zaten). Aliyev sayesinde ne zamandır görmediğim Mehmet Hoca’yı a görmüş oldum.Politika ayırdı bizi. Eskiden neredeyse aynı ofiste yaşardık. Ofiste sohbet bitmezse evde devam ederdi. Bir keresinde annem de gelmişti. (Anneme en anlamlı ismi Mehmet Hoca takmıştır, o güne denk gelir: Terminatör Abla) Mehmet Hoca terasta en yakınlarımdan Övgü’ye kirli çamaşırlarımı anlatınca kızcağız bir an şüpheye gark oldu. “Özlem AB konusunda ısrarcı değil. Kendi girdi nasıl olsa!” yorumuyla geceyi açtık. AB’nin afili delikanlılarına yaptığım tüm eziyetler üzerine kitap yazacak bilgi birikimindedir Mehmet Hoca. Hatta kendisi de Akdeniz ülkelerinden bazı eniştelere maruz kaldı, ellerinden kahve bile içti, onlara fıkralar anlattı. “Bu kız nişanlı biriktirir”, dedi Övgü’ye. Yok hocam, ben daha ziyade yüzük biriktiriyorum. Bir önceki yüzükle bir sonraki AB ülkesine uçuyorum. “Hanım kızlarımıza AB erkeklerini parmakta oynatma dersleri- cilt VIII” üzerine çalışıyorum şu aralar.

Mehmet Hoca her zamanki formunda idi. Klasik olarak güldürdü bizi bol keseden. Oğlu gelip sormuş, “Baba sen kaç dil biliyorsun?” “Altı.” “Annem kaç dil biliyor?” “Bir”. “O zaman neden sen ona laf yetiştiremiyorsun?”… Buyurunuz, buradan yakınız. Poliglot âlemlerinden bir anekdot daha anlattı hoca. Bir arkadaşı kendisine bildiği diller karşısında bütün mal varlığını vermeyi teklif etmiş. O da “benim diller senin beyinde çalışmaz”, demiş. Yıllar önce de kendisiyle Marx tartışmak isteyen bir kıza “bana biraz zaman ver”, demiş. “Ooo, hocam çalışacaksınız demek”, deyince, “Yok evladım, beynimin yarısını aldırıp eşit şartlarda tartışma ortamı yaratacağım”, demiş.

Bu hafta sadece uçak uçak eğil, rüya rüya dolaşmışım meğer. Sevgili Elif, “ Bir Özlem Kumrular bebeği yapılmıştı, Prenses Kate bebeği var ya onun gibi:) İkinci şey de her yerde pembeler vardı, pespembe bir rüyaydı”, demiş mesajına. Yönetmen güzelimiz Başak da “Tatildeydin, bir yerde karşılaşıyorduk, kucağında kitap, bir plaj sandalyesinde oturuyordun. Sanki yazlık evinin bahçesi gibiydi. Portakal suyu ikram ettin bana.” Neresinden tutsam bu güzel rüyaların, anacım? Pembeler tozpembe hayallerim olsa gerek. Pembesi gidip tozu kalmamış henüz. Bebek de vudu bebeğidir olsa olsa. AB’li delikanlılar yüzüklerini geri alamayınca son çare olarak intikama başvurmuş olsalar gerek. Başak’ın rüyasını Şansalsal bir edayla durdurup bakacak olursak hep birlikte ağlama duvarının dibine çökebiliriz. Plajdayım, ama hala kitap, anacıımm.. Uff, acı gerçek budur işte. O da olsa olsa votka-portakaldır. Biricik Halil Hocam’ın bana ısmarladığı çift ölçek votkalı Bloody Mary’dir o!

Bu yaz için kızlarla güzel planlar yapıyoruz. Deniz, kum, Yunan sahilleri, renk renk, desen desen yakışıklılar, Yunan bandıralı gemilere doğru yüzme, vs… Uzayıp giden bir liste. Bu aslında olması gereken hayallerimizin listesi tabii. Ama bu hayaller bizde sakil duruyor şekerim. Tam üç dakika sonra aslında gerçekten yapmak istediklerimizi hayal ederken buluyoruz kendimizi kaç seferdir: Gölgede kıçımızı devirip ton ton kitap okusak, bira içsek, yesek…

Bir altın çilek furyasıdır gidiyor! Dün İspanyolca dersinde en ön sırada konuşlanan yavru kuşlarım bu nebatın faidelerinden bahsedince ben de bir düşündüm ki, bu altın çilek işine ben de girmezsem üç vakte kadar altın inek olacağım, hemen iki kutu edindim. Yemeklerden sonra alıyorum iki tane.

9 Mayıs Övropa gününüz kutlu olsun anacııımm… Dünya’nın en güzel ve faydalı kıtasına benden selam olsun. (Sebastiiann, bak bakayım yüzükler sağlamda mı?)

We hope you had a pleasant flight. Thank you and good-by anacıımm…