3 Mayıs 2011

VADE RETRO SATANA!

“El sueño de la razón produce monstruos”: Aklın uykusu canavarlar yaratır... Goya’nın pek sevdiğim, anlam enflasyonu yaşayan resimlerinden biri. “Akıl uyuyunca ortalığı cinler basar” diye daha da güzel çevirisi de mevcuttur. Anlayan anladı! Malumson zamanlarda bunu hatırlamaya pek bir ihtiyacımız var.

Malumunuz Kanal İstanbul projesi açıklandı. Söyleyecek laf bulamadığım için Musti’den çok anlamlı bir parçayla durumu özetlemek isterim: “Yıkılır, fark atar alooo.. Senden öncekiler demo!” Silgin kaleminden önce biterse konuyu anlamamışsın demektir. Sinekten daha ne kadar yağ çıkar inanın bilemiyorum, lakin ben projenin en çok sağlı sollu fuarlar, alışveriş merkezleriyle “canlandırılması” kısmına takıldım galiba. Korint Kanalı’nı bilirsiniz. Gemiler neredeyse sıkışmamak için tereyağlanıp girerler kanala. Küçücük fıçıcık. Şimdi böyle bir kanalımız olsa, oradan geçen gemiler demir alıp içeriklerini alışveriş merkezlerine boşaltamayacaklarına göre arkadaşlar oradan geçenlere nasıl satış yapılmasını planlıyorlar acaba? Anladım ben onu: “Ağabeylerim, ablalarım! Görmüş olduğunuz Dolce Gabbana mağazalarda…” Neyse, ben de fırsattan istifade kendi projemi geliştirdim. Beğenilerinize takdim ediyorum:



SANAL İSTANBUL



İstanbul’dan Atina’ya içeriden giden, kara yolunu takip eden bir kanal projesi yaptım. Sanal İstanbul. Böylelikle memleketime gelecek, her yıl sayısı artan Yunan gemileri Ege Denizi’ni kirletmeden memlekete gelebilecek. Kanalın iki yanı tavernalarla dolu olacak, 24 saat canlı müzik yapılacak. Yapılan sirtakilerde kırılan “tabak çanak” da olmasa proje daha hızla ilerler kanaatindeyim  İstanbul’dan yola çıkan gemiler Alexandroupoli, Kavala, Selanik, Larissa ve bilimum şehirlerden sevenleri toplayarak Atina’ya gidecek. Ve de vice-versa, tabii... Kanal ayrıca Osmanlı’nın Aynaroz tabir ettiği Agios Oros’a (Mt. Athos) da uğrayarak tebdil-i meslekte ferahlık vardır diyerek, yarın ölecekmiş gibi bu dünya için çalışmayan papazları da kurtaracak. Bundan gayrı Aşk gemileri de seyire çıkarak Türk kızlarla izdivaç için sırada bekleyen yakışıklı Yorgos, Haris, Hristos, Hronis nam yakışıklıları da menzile ulaştıracak. İki ülke arasında ilişkilerin gereğinden fazla yumuşaması amaçlı bu kanalın derinliği 250 km olacak. Yanlışlıkla fazla derine inen kazılarda Hades’in ülkesine ulaşılması halinde Elysium'da yaşayan ve iyilik yapan insanları da yeryüzüne çıkaracaklar. Üst katmanlarda çıkan “kap kacaklar” Atina ve İstanbul arkeoloji müzeleri arasında kardeş payı edilecek. Yunanların mızıkçılık yapması halinde kendilerine sus payı olarak Büyük İskender’in lahiti verilip, özenle susturulacaklar. Susmazlarsa kendileri Küçük İskender’den “Artık aramızdaki uzaklıktan şık bir matem giysisi diktirebilirsin kendine. Bir tek hücreni bile istemiyorum. Televizyonumun çekmediği bir kanal gibisin çünkü...” mısralarıyla bayıltılıp etkisiz hale getirilecekler…



Projemin fizibilitesi üzerine çalışmaya devam ediyorum. Ben böyle projelerle vakit kaybederken, el âlemin kızları ne projelerle iştigal ediyor bakın. Felipe'yi Letizia'ya, William'ı Kate'e kaptırdıktan sonra coğrafya bilgilerimizi zorlayalım kızlar... Kalan sağla bizimdir. William’ın kardeşi portakal kafa var, isterseniz. Yok, istemezseniz çaresiz Büyük Ortadoğu Projesi’ne yöneleceksiniz. Ben şahsen "maksat temel sağlam olsun" diyerek Fas Kralı Muhammed'in ufaklıklarından birinin büyümesini beklemeye karar verdim. Üstelik tatile Antalya'ya geliyorlar... Ayrıca Arapça pratik konusu da hayli pratik hale gelecek. Annemi böyle daha beş yıl oyalarım… Şartlar olgunlaşınca Ortadoğu ve Balkanların en büyük düğününü yaptırıp, düğünde sahne alması için Amr Diab’ı da getirtiriz. (Cennette riyalden deniz, dolardan dağlar mıydı? Yok, bende hatlar karıştı yine). Sonra ben Amr Diab’la kaçarım. Of be, yüzyılın düğünü diye buna derim ben.

Ne zamandır sesim soluğum çıkmayınca sevgili Apostolos (çocuğun adı Havari, iyi mi?) “Mipos pandreftikes?” (Yoksa evlendin mi?) diye telaşlı bir mail atmış. (Hâlâ evlenmedim diye telaşlanmış, korkulacak bir şey yok). Anacıım, annem bitti, el âlemin Yunanı’na dert oldu. Apostolos yeryüzünde en sevdiğim soyadına sahip arkadaşım: Delis. Bildiğimiz deli’den geliyor, üstelik de çoğul görünümlü. Parası neyse verip satın alayım diyorum, kardeşim de bu işi bedavaya getirmenin kolay bir yolu olduğunu söylüyor. (Annemden ve Havari’den sonra bir o eksikti). Adına bakmayın, ileri derecede yakışıklı çocuk. Hem de tarihçi. Ben de şimdi eski günlerde olduğu gibi bizim kızlara gidip, “Kızlar, ekstra yakışıklı, Nice’te yaşayan Yunan tarihçi sevgili var, ister misiniz?” diyeyim bari. (Sağlam okur hatırlayacaktır hikâyeyi) Eskiden de böyle ilgilenmediğimiz, lakin harika taliplerimizi birbirimize paslardık mundar olmasınlar diye. Daha da komik repliklerimiz vardı: “Ay, çocuk müzisyen, ‘ama’ çok tatlı bir şey.” Of, çok fenaydık biz anacım.

Apostolos işi abartmış, daha tanışmazken bir sempozyumda cep telefonuyla çektiği bir resmimi sayfasına koymuş, altına da konuya çalıştığını yazmaz mı! Kızlar da altına yığılıp notlar düşmüşler, “haydi inşallah”, “umuyoruz” kabilinden. Yakın bir arkadaşa kakalanmayı tam hak etmiş anlayacağınız. Hayde me to kalo! (Şöyle dişli, bela bir arkadaşa yamayayım ben onu geldiğinde de İzmir’in sularında serinletelim kendisini. Lanet olsun içimdeki Yunan sevgisine, anacııım.)

Apostolos’ta Kate’i gördüm. Bunlar aşk denen şeyi iş belleyip konuya çalışıyorlar. Kız “alacam bu prensi” deyip kolları sıvadı, karınca gibi çalıştı. (Biz de Ağustos böceği, anacııım). Aşkın çiş gibi bir şey olduğunu düşünmüşümdür hep, gelince yaparsın, yoksa yoktur. Zorla aşk annenin çocuğun başında bekleyip “çişşşşş” diyerek olmayan şeyi yaptırmaya çalışma operasyonuna benziyor. Bu yaz çoktan kaybettiğim âşık olma yetimi geri alıp Ortadoğu ve Balkanların en büyük aşkını yaşamaya niyetliyim, kızlar.

Asabiyetim ziyarete geldi son zamanlarda. Yakın çevremde bana yamuk yapan kim varsa kapı dışarı ettim hayatımdan. Liste hayli kabarıkmış. Bir rahatladım sormayın. Bu asabi halim bana çatlak arkadaşım Hande’nin apartmanlarındaki panoda yıllar önce gördüğüm komik bir apartman toplantısı sonuçları bildirgesini hatırlattı. Madde sayısından kısa geçtiği anlaşılan toplantının son cümlesi beni öldürmüştü: “Tufan S. karar defterini yırtmıştır!!”

Bizim de çok tatlı bir yöneticimiz var. Amerikalı, Silvia Hanım. Apartman panosundaki notlara bayılıyoruz. Apartmana dadanan köpeğin artık içeri alınmaması için bir uyarı yazmıştı ve şöyle başlıyordu: “Çıtır bize çok ama çok fena alıştı”. Biz ona Kavurbaş dediğimiz için “Çıtır”ın da sahne adı olduğuna kanaat getirdik.

Hande’nin kocası Maurizio da kendi gibi hafif trelostur. (Bana bak, arkadaş profilimi çıkar). Halis muhlis Sardinyalı eniştemiz Maurizio geceleri laptopuyla yatar. Sabaha kadar açık kalan Sardinya radyosundan müzikler dinler. Taze meydana gelmiş bir vaka karşısındaki “aa, ben bunu biliyorum, ama nereden” repliği hepimizi öldürür. Nereden olacak, sen uyurken haberleri de veren ve beynine işleyen radyodan istemsizce sünger gibi çektiklerinden!

Mikail’in kafası karıştı yine, bir soğuk bir sıcak… Nisan geldi Mikloş!

Tanrım, sen günahlarımı affet! (Sen Mazhar’ı, Özkan’ı, Fuat’ı ve Yiğit Özgür’ü koru!)

Günah demişken, iki yıl önce harika Macar tarihçi Gabor Agoston’un misafiri olarak Budapeşte’ye gitmiştim. Şanslı insan evladı olduğum için bu muazzam şehri yıllar sonra bir de Gabor gibi bulunmaz bir rehberle gezmiştim. Matyas’ın kilisesinde şaşkınlık içinde bakınırken Gabor bana “günah çıkarmak istersen”, diyerek confession box’ı göstermişti. Ben de “bu durumda gelecek hafta alın beni buradan”, demiştim. “Ancak bitiririm”.

Evlerinde misafir kaldığım bir arkadaşım gece uyanıp “Macarca ona kadar say!” diye sayıkladığımı pek güzel anlatır. (“Bana zamanda dondurulmuş bir votka ver” diye sayıkladığım gecenin ta kendisi!) Ancak ve ancak benim başıma gelebilecek bir şekilde gerçek oldu bu rüya. Macar Türk tarihçilerin divalarından Pal Fodor ve Geza David’le (Macarlar önce soyadı söylerler) Ankara’da VEKAM’ın sempozyumunda karşılaştım. Pal’la daha önce Budapeşte’de tanışmıştım, üniversitedeki odasında bizi enfes Macar şaraplarıyla ağırlamıştı. Akşam yemeğine giderken yolda bu iki büyük tarihçi ne kadar Macarca öğrendiğimi (daha doğrusu ne kadarını unuttuğumu) test etmeye kalktıklarında ilk kurdukları cümle ne oldu sizce? “Ona kadar say!”

Bugün Ahmet Hoca elma sirkesiyle nasıl zayıflandığını anlattı ve bana “Özlem Hanım, Angelina Jolie ile aranızda sadece bir şişe sirke var!” dedi. Spor salonlarına dönüyorum. Halk beni istiyormuş. Zayıflayamıyorum! Neden acaba? Hayvan gibi yiyip içtiğimden olsa gerek. Japon mitolojisindeki Bakaneko’ya döneceğim diye korkuyorum. Hortlak kedi! Bazen ev sahibini yiyerek yerine geçen bu kedilere bakıp bir lokmacık kardeşimi de yemekten korkuyorum.

Elmalı kurabiyelerim yanıııyo a dostlar! Öptüm en acilinden…