30 Mart 2012

OJE, KAHVE VE MANDAL

   
   YÖK’ün kırtasiye işlerinden kendi işimizi yapamaz durumdayız. Senede altı değişik formatta CV yazdırdı, hızını alamadı. Yök olsun mümkünse gari. Anacım benim CV’m tam tamına 17 sayfa, senede altı değişik formatta şenlendirsem altı günlük iş eder. Şimdi ise yeni akademik fantezimiz kendimizi anlatan 5 anahtar sözcük. Mr. Mutluluk Hattı masama sürpriz olarak kahve bırakınca, gördüğü natürmortla 3’ünü bulmuş oldu zaten: oje, kahve, mandal. Ofisteki çalışmaktan delirmiş manzaram bu. Saçlarıma mandal takıp sonra onları unutup dışarı çıkıyorum. Son zamanlarda bir de spor salonundan galoşla çıkma furyasına katıldım. “Ulan, ayaklarım neden kayıyor bu sağlam ayakkabılarla acep?” diye diye vapur iskelesine kadar sora sora yürüyorum da ayaklarıma bakmak aklıma gelmiyor. (Kardeşim olsa, “bir yere bir şey geldi, ama neredeye?” der.) Ahvalim budur a dostlar.
     Spor salonuna gidip beynimdeki toksinleri atmasam üç vakte kadar katil olacağım zannımca. Emrah da benim spor salonunda vahşi hayvana bağlayıp ağırlık kaldırdığım anlarda senkronlayıp arıyor beni. Şu diyalogu seviyorum:
-Alo, nerdesin sen ya, sesler geliyor.
-Spor salonundayım. Sen neredesin, kokular geliyor?
-Komşu Fırın’da tabii ki.
   Emine Erdoğan’a ait olduğunu duyduğum günden beri adımımı atmıyorum Komşu Fırın’a. Bir şey de kaybetmiyorum hani. Emrah da kaybetmiyor, kazanıyor. Nurtopu gibi göbek yapmış kendine.  Son repliğine bayıldım: “Göbeğe bir baktım ki, ben zaten evde yokum ya!”
     Geçen gün NTV’nin Tarih Konuşmaları programındaydık Emrah ve İdris Hoca’yla. Konu korsanlardı. Ama bir türlü konuya gelemeyip program renksiz bir düzeyde kalınca bende hatlar attı. Zaten kulağımda kırmızı küpeler, üzerimde de yakasında koca güllü kırmızı bir bluz vardı, hal buyken ellerimi belime koyup “forsalara gelcez mi artık hayırlısıyla?” diye bağırmışım. Vallahi kaçırmayın derim, gelecek hafta Pazar akşamı NTV’de. Bence reyting bâbında kesmezler o sahneyi. Bir de mâlum hiperaktivite var bende. İdris Hoca da deniz tarihinde gaz ve toz bulutuna kadar geri dönünce ben kaşınmaya başlamışım sinirden. Boynum geçici isilik olmuş, Emrah da sıkıntıdan sandalyesinde dönmeye başlamış. Sunucunun kulaklığından haber gönderi bize kameramanlar. “Sallanmayın ve kaşınmayın!”  Cevap veriyorum: Türkiye şartlarında tarih yapmaya çalışıyoruz, biz  yüz dil bilen iki genç (“genç” kısmını fazla sorgulamandan geçin) kaşınmayıp, sallanmayıp da ne yapalım anacım? 
     Kim söyledi, hangi ülkede olmuş hatırlamıyorum, ama bayıldım vallahi. Fahişeler yürüyüşe çıkmış, ellerinde pankartlar: “Siyasetçiler bizim çocuğumuz değildir!”. Var mı ötesi! Hasta oldum anacım. Takdir ettim.
     Geçen gün kuzenimdeydim. Mantı açtık.  Bizim çılgın büyük-büyük nineye dair bir ayrıntı daha öğrendim ki iyice anladım ben niye böyleyim. Size Eşe Fatma’dan bahsetmiştim. Savaşa giden erkeklerin tüm köyü emanet ettiği, korkusuz, eğersiz ata binen, her işi yapan, herkese bakan efsanevi kadın. İki ayrıntı bendeki bu deliliğin kökenlerini çözüverdi. Eşe Fatma o savaş yıllarında kadınları toplayıp gündüz bütün işleri bitirip akşamları hepsini atlara bindirip komşu köylere eğlenceye, düğüne götürürmüş. Doluşup gider sabaha karşı dönerlermiş. Hey yavrum be! Savaş zamanı potansiyele bak. Kimin büyük-büyükannesisin sen be! Durun, bitmedi. Ayrıca geceleri komşu kadınların evine girip uçkurlarını çözermiş. Sabah da diğer hatunları toplayıp kahvaltıya giderlermiş işbu hatuncağızın evine. Kadıncağız telaş içinde uyanırmış, anaaaaam, ne oldu bana gece, kim gelip çözdü uçkurumu diye… Adamları savaşa gönder, sen eğlencene bak. İşte doğru yol budur kızlar. Eşe Fatma’nın romanını yazmadan ölmemeliyim. Kadınlar köyü! Dikkat. Bütün bunlar Konya’nın küçük bir köyünde cereyan ediyor! Nereden nereye!
     Mahalle baskısı tan gaz devam ediyor. “Alooo, hacı, biz şimdi Portekizce’den İspanyolca’ya, ondan Yunanca’ya, İtalyanca’ya vs. büyük bir doğallıkla geçiyoruz ya konuşurken, işte böyle salsa’dan merengue’ye geçmek istiyorum”, dedi Mösyö Trelokomio. (Bizimkisi çok normal sanki. Duyan da normaliz sanar. Nadiriz, oğlum, biz. Tek kopyayız TC şartlarında.) “Oldu, gözlerim doldu”, derken kendimi salsa kursunda buldum. (Bu üçüncü salsa kursum, diğerlerinden sigara içildiği için kaçmıştım. Bu arada hayatımdan sigara içen herkesi tek tek çıkarıyorum. Çünkü çok pis kokuyorlar ve ne kadar iğrenç koktuklarının farkında olmadan toplum içinde dolaşıyorlar.) Velhasıl, sigara içilmeyen bir yer bulduk. Ders 10 dakika sonra başlayacak, salona girdik, baktık. Mösyö Trelokomio, gerçek bir Trelokomio (Tımarhane) olduğunu gösterince şöyle bir an yaşandı. Olay esnasında kayıt masasındayız, üç kişiyiz. Mösyö Ayaklıtımarhane yarım metre yanımızdaki hocayı gösterip bana şöyle diyor.
-Hadi o zaman yazılalım hemen. Bak hoca da yakışıklı. Sen de beğenirsen evlenirsiniz, mutlu son olur.
  Akıllı bir şey olsam kızarır bozarırım. Ama öyle miyim sizce? “Ay, vallahi yakışıklıymış, ama evlenme konusuna biz genellikle “mutsuz son” diyoruz, anacım. Evlenmesek olmaz mı?” Hocadan alt yazı: “Şey, yanda başka bir salsa okulu var.. Daha güzel, daha ucuz, ne dersiniz?” Neyse, bindik bir alamete. Bu arada hoca İranlı çıkmaz mı? Adam aksansız Türkçe konuşuyor, ben Farsî şarkı çalınca şüphelenip keşfettim menşeini.
     Bir tek akıllı arkadaşım yok. (Bana da yakışmaz zaten). Hande aradı dün, yok etti beni. Çok sevdiği bir şiir kitap vardır onu, Dağlarca’nın “Yazıları seven ayı” Çok da acıklıymış, ezbere bilir. Bana ezberden okur. Massimeddu’cuk (Moşimoto) daha üç yaşında Türk edebiyatına giriş yapsın kitabı almaya gitmiş YKY’ye. Almış, açmış, okumaya başlamış Başlamış ağlamaya. Salya sümük ağlamış. Kitapçı panik olmuş. Kolonya ve selpak vermiş. Beni kitapçıdan aradı. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Hande’nin okumayı sökmesi de çok şenliklidir. Her yakaladığına buğulu camlara yazı yazdırırmış: “Bana anne yazsana cama”, diye başlamış. Ve gizlice okumayı sökmüş. Bir gün yolda giderken bir mağaza adını okuyuverince aile efradı şok geçirmiş haliyle. Hastasıyım Hande’nin. İyi ki var.
   Geçen gece onlarda ikamet ettim. Correa’ya baktık. Kocası Maurizio’yla birlikte “hayatında ilk defa yakışıklı dediğin biri gerçekten yakışıklı çıktı”, dediler. Genel olarak erkekler konusunda estetik zevkim hiç saygı görmemiştir, tasvip edilmemiştir kızlar âleminde. Mesela Hülya’ya “anacııım, adam vallahi yakışıklı”, dersem kronik olarak şu cevabı alırım: “İnanmam, sen Deniz Baykal’ı yakışıklı bulan bir insansın”. Evet, yakışıklı bence.  Amanda ise erkekler konusunda zevkim için hep aynı yorumda bulunur: “Fosil koleksiyoncususun!” anacım, napiiiim, ben bilgiye âşığım belki!
      Biz kolej yıllarında çok uyumsuzduk. Kimseyle konuşmazdık. Ben kendi adıma teneffüste saçma sapan ağır kitaplar okur ve okuldan kaçıp Köprüaltı Kemancı’ya giderdim kızlarla. Onun da tek sağlam arkadaşı Kenan Doğulu’ydu. Başka kimseciklerle konuşmazdı. Birlikte gitar çalar konser verirlerdi. Biz o yıllarda tanışmazdık. Boğaziçi’nde tanıştık. “Ne acıklı, keşke önceden tanışsaydık” dedim dün. “Olmaz, kamu sağlığına aykırı olurdu”, dedi. Dogri!
      Lübnan’da getirdiğim son şarabın son damlasını da bitirdim. Bölge sağlammış. “Fakra”. Tavsiye olunur. Rakısı da mevcutmuş, Lisan-ı Osmani hocamız ve hazreti Vağarşak Bey söyledi. Bu arada bu yılki mavi yolculuk grupları belli oluyor. Vağarşak Bey ve 5 akrabası Eylül başındaki tekneyi seçmişler. Ben de dedim ki “O tekneye gelirsem soykırımı siz o zaman görün!” Kolay mı anacım bana 7 gün boyunca 50 metrekarede katlanmak? En âlâ soykırım bence.
     İlk romanımın (Bayan Hayatbirrüyadır’ın Yeldeğirmenleri)  kahramanlarından Libre’in oynadığı leziz bir oyuna gittim Çarşamba akşamı: “İçimdeki Osman Hamdi Bey”. Bayıldım ve çok şey öğrendim. Libre, yani Özgür, birinci dereceden çatlaktır. Tiyatro öğrenimi için Rusya’ya gitmiş, Gorki’de okumuştu. Ona göndermemek üzere yazdığı mektupları kitaba koymuştum. Annem arkadaşlarına benden bahsederken ne kadar haklıymış yahu: “Benim kızım yeldeğirmenik depresif”. Velhasıl Libre altı yıl sonra döndü, şimdi şehir tiyatrolarında çalışıyor.
       Şey düşündüm de “yazıları seven ayı” konusunda bir mecaz mı var acaba?
        Yazlık sinemada unutulmuş bir çocuk kadar mutluyum!  Haydi, dağılalım artık. Herkes işine! Seviyorum ulennnn siziiiii…..