5 Mart 2012

OPEN ME CAREFULLY

        
   “Beni özenle aç”, diye çevirmiş Mr. Mutluluk Hattı. Emily Dickenson’dan. Ne güzel değil mi? Anacım, zarfı bile haşırt diye ortasından hömbükleyen (Fiil bana aittir. Fiyatta anlaşabilirsek TTK’ya satarım, anlaşamazsak Real Academia’ya kakalarım) bir erkek faunasından siz nasıl bir şey beklemiştiniz canım? Nerde o özen bizdeki iyi ayaklılarda!Son iki günümde insan evladına has öküzlükler üzerine felsefe yapmaktan imanım gevredi. Gevrek imanla dolaşır halimi pek sevdim. Burhansal bir şekilde “ayyy, otomatik neşe geldi bağaaa”. (Otomatik neşe Encarna’nın Napoli’den getirdi tarelli’leri yemekten gelmiş de olabülü) Cumartesi bir kriz geçirdim, ağla ağla. Sonra bir gülme krizi geldi. Üç gündür geçmedi. Sonra bir fark ettim ki, yeryüzünün en komik ve eğlenceli dostları bende.
    Dün akşam Alkisti Protopsalti konserine gittik cümbür cemaat.  37 yıldır böyle bir sahne performansı, böyle bir ses görmedim desem abartmak bir yana yeterince ifade edemem. Tüylerim diken diken oldu. Anam, nasıl bir güçlü ses bu böyle! Kardeşimin ilk Yunanca konseriydi bu. “Hayatımda hiç bu kadar Rum’u bir arada görmedim”, dedi. Hepsi oradaydı zaten. Nüfus maalesef azalıyor. Antoş bir gün elinde gazeteyle giderken bir ölüm haberi görünce “1214  kaldık”, demişti. Nüfus malum, pek yaşlı. Antoş ön sıradaki adamı gösterip kardeşime “Zografyon Lisesi’nin eski müdürü”, deyince kardeşimden (100 yaşından gün almak üzere olan amcaya bakarak) cevap: “Bayağı eskiymiş!”.Konser sonunda Patrik konuşmasını her zamanki gibi “Katharevousa” yapınca Nitsa kulağıma “Rumca konuş vatandaş”, dedi. Ona da 10 puan verdik. Yere düşeyazdım. Onların varlığı bana hayat veriyor.
      Geçen akşam bir arkadaşım “sen bir dil öğrenirken nasıl bir amaç güdüyorsun?”  dedi. Hepsine ayrı bir cevabım var. Ama dün gece konserde şarkı sözleriyle başım dönmüşken iyi ki vakti zamanında bir Yunan’a âşık olmuşum da Yunanca öğrenmişim diye geçirdim içimden. (Kendisi safkan öküz olduğundan bu onun ne demek olduğunu anlayabileceği bir nosyon değildi. Fazla zorlamadım). Aşk için insan Çin’e kadar yürümeli bence. Ben yürürüm mesela. Ama aşk için Yunanca öğrenmek Çin’e kadar en az dört defa yürüyerek gidip gelmeye tekabül eder, o başka.
     Protopsalti’nin aklımızı başımızdan aldığı şarkılardan birindeki bir cümle beynime hava gitmesini sağladı. “Μην mou κλαις” (Min mu kles). Türkçe mealiyle: “Bana ağlama”

“Bana ağlama”, “benim karşımda zırlama” babında bir “bana ağlama” değil bu a dostlar. Türkçe’de olmayan gramatik bir yapıda kuruluyor bu cümle. “Bana ağlama” olarak çevirsek de, anlamı öyle değil. Sen ağlarsan, acısını ben çekerim, beni üzme, sen ağladıkça ben üzülüyorum babında “dativ” bir yapı. “Bana zırlama”, demek değil. Yani: Türkçe’de mevcut değil! Ama garip bir şekilde Almanca’da da var bu duygusal yapı. “Warum studierst du mir nicht?” (Neden “bana” çalışmıyorsun?) dediğimiz zaman, bu “sen çalışmıyorsun, ben üzülüyorum, höööööyt, çalış dedim ben sana beee” babında bir “bana”. Sen çalışmazsan, adam olamazsın, sonra sen üzülürsün, sen üzülünce ben üzülürüm, gibisinden trensel bir yapı. Hödük dediğimiz Almanlarda bile var yani. Ben buna  “ismin duygusal e hali” adını koydum. (Az önce koydum, oldu, pek de yakıştı bence.) Buradan nereye mi geliyoruz? Şuraya geliyoruz. Hiçbir Türk kırkayağı “min mou klais” diyecek ruha sahip değildir, çünkü Türk erkeklerinde böyle bir genetik kalıtım yoktur. (Onlarda olsa olsa duygu yalıtımı olur.)
     Mr. Mutluluk Hattı Van Gogh sergisinden hüsranla dönmüş. Sergiden ve Van Gogh’un babasının ona deli demesinden yola çıkarak bana şöyle dedi. “Bütün insanlar deli doğar. Bazıları böyle kalmakta direnirler. Bazıları da normale dönerler. Biz deli kalmakta direnenlerdeniz.” Sonra direndiğimiz için zaman zaman mutsuz, ama kronik olarak mutlu olduğumuzu fark ettik. Kardeşime göre sadece erkeklerin hayvanlıklarına katlanan kadınlar uzun süre onlara dayanma yetisine sahip oluyor. Biz akıllı ve şerefli kadınlar da buna dayanmıyoruz. Mr. Mutluk Hattı ise şunu hatırlattı. “Mutlu çiftlerin, ailelerin hepsi aynı, demiş Tolstoy. Mutsuzlar ise her biri farklı mutsuz: Every unhappy family is unhappy in its own way”.
      Cumartesi akşamı tarelli’lerimizi alıp Deniz’e gittik. Deniz iş yerinde mobbing’e uğradığı için depresyona girmiş. İçeri girdiğimizde üç boş şarap şişesi, ancak derimi yüzseler bana izletebilecekleri cinsten bir Amerikan filmi, ağır nikotin aromalı bulut ve yerde yer yer çikolata paketleri vardı. Burhan’ın işten kovulup çöp ev haline gelen evinde depresyona girdiği sahnelerin bir kopyası gibiydi. (“Beni işten çıkarabilirsiniz, ama işi benden asla!”, repliğini hatırladım, koptum.) Dişleri bitter çikolata halindeydi (3 paket löpürdetmiş) öyle komik ve eğlenceliydi ki, karşılıklı kahkaha komasına girdik. Kendisine yamuk yapanlara yaptığı kötülüklerin ince bir listesiyle bizi komaya soktu. Ağabeyinin kız arkadaşlarına içirdiği müshil ilaçlarından tutun da, pelt ettiği arabalara kadar neler neler. Dinlerken gözlerim parladı. İçtiğimiz zencefilli ağır alkolün de bunda faydası yok değildi kanımca.
   Antoş bizi dün gece konser öncesinde bol keseden güldürdü yine. Elimizde enfes Yunan şaraplarımızla yeni aldıkları koltuğa gömülmüş, eski sevgilimin Yunan ellerinden getirdiği devasa ekrana bakıyorduk. (Ulan, bu eski sevgililerimden kurtulamama halim nedir benim? Yunanca hocamın evindeki televizyonu neden eski sevgilim getirir, kadere bak ya!)  Kardeşim yere değmeyen ayaklarına bakıp Woody Allen’dan bir alıntı yaptı ve yıktı beni:
“İnsanın bacakları ne kadar uzun olmalı?”
“Yere değecek kadar!”
    İşte tam o esnada bu hafta Taksim’deki “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” tadındaki gösteriden kareler geçiyordu. Geçen haftada malum Ermeni karşıtı bir gösteri olmuştu. Sanırım o gösteride Baba ve Piç’e de bir gönderme vardı. Antoş’tan ayın repliği geldi: “Geçen hafta hepimiz piçtik, bu hafta hepimiz Ermeniyiz!” Geçen haftada kahvaltıda ona “Antoş, seni birisiyle tanıştıracağım”, deyince. “Boşver, yakında kitaba düşer, oradan okuruz”, diyerek dağıttı bizi.  Bence hepimiz tinerciyiz, kısa yoldan.
   Sizi geçen gün Bayan Yanı dergisinin 8 Mart sayısı için yazdığım yazıyla baş başa bırakmadan önce Mr. Mutluluk Hattı’nın bana söylediği enfes bir cümleyle bitiriyorum sözlerimi:  “Gerçekten sevmeyi başarabildiğin için aynada kendinden bir yanak al!”
 Şimdi de Hayvan Larousse’un ilk 24 cildi için bir başlangıç geliyor. (Ayrıca 4-5 ek de gerekebilir). Bu arada 70’lerde Larousse’ların Rus işi kitap diye toplatıldığına ne buyurursunuz?

     TC ERKEKLİĞİ İÇİN VİZE KOŞULLARI   

-En az 6 ay geçerli akıl sağlığı raporu.
-Objektife olabildiğince uzak verilmiş bir poz, kulaklar görünmeyecek, -zaten gülme ve güldürme ilminde bir ilerleme olmadığı için- mümkünse ciddi. (Parola:Tebessüm bile etme!)
-Kanser, malarya, vebaya sebebiyet vermediğine dair tam teşekküllü hastaneden sağlık raporu.
-Ayakta, yatarak, her türlü tedavi edilmelerinin mümkün olmadığına dair sağlık sigortası. (Tedavi edilebilenler başka menşeden olduklarına delalet).
-Hayvanat bahçesinden imza sirküleri.
-Daha önceki hatunlardan naaş bordrosu.
-4 ayda sigortaları attırdığına dair rapor.
-Tüm aşılarının yapıldığına dair tam teşekkürlü hastaneden rapor.
-Vize başvurusu dolduracak kadar Türkçe, ilkokuldan terk el yazısı, imza yerine basacak sağlam bir başparmak.
-Bulunduğu ayının faaliyet belgesi fotokopisi.
-Allah vergisi levha (Rakım: 0 km)
-18 yaşını geçmemişse, mümkünse bundan sonra da geçmeyeceği, kımıl zararlısı gibi çoğalıp yayılmayacağına dair veli onayı.
-Daha önce cimrilik edip ödemediği hesapların cüzdanı, büsbütün gayrı makulden ibaret olduğuna dair belge ve kendisine son etapta gösterilen kapının fotokopisi.
-En yakın mezarlıkta kabir rezervasyonu.
-En uzak ülkeye deporte edileceği uçak rezervasyonu.
-Hesap ödeme konusunda bir gelişme kaydedemedikleri için vize ücretlerinin elden ödenmesi, sonradan hesaba yazılıp kaçılmaması.

HOŞÇAKALIN ANACIIIMMM.. ŞEYTANINIZ BOL OLSUN!