26 Şubat 2013

EVREKA! AKILSIZ ERKEK YOKTUR, AZ VOTKA VARDIR!

        Dün akşam Nilüfer Hoca “evreka” nidalarıyla ofisime gelip “Mitolojimizi bilmiyoruz da ondan!” dedi. Uzun zamandır kafamdaki soru ise “Yav, ben bu Türk insanını neden çözemiyorum?”du. Çok doğru! Mitolojisini  bile bilmeyen millet kendisini nasıl çözsün. İlk fırsatta Kabalcı’dan Türk Mitolojisi kitabı alınacak. İşin komik tarafı tam o esnada ofiste uyumaya çalışıp Hypnos’a küfrediyordum. Vaziyete bak, sen elalemin uyku tanrısıyla yakın ilkişkide ol, kendi uyku tanrını bilme. Olacağı budur. (Bu arada Türk insanı sanki beni çözdü de! )
       Artık hem saçım, hem aklım kısa a dostlar.   Derse girince şaşkın öğrencilere “Ne o? Mustafa Sandal’ı beklemiyor muydunuz?” dedim.“Ooo, hocam saçlarınızı güle kullanın” dediler. “Evet”, dedim “Zaten başka şekilde kullanma şansım yok. Sabah kalkıp da aynaya bakınca gülmekten başka şansım olmuyor”. Mustafa Sandal’ın Beşiktaş şubesi gibi çalışıyorum. Benden başka herkes bayıldı. Uzun saçla herkes güzel olurmuş, önemli olan kısa saçla da çok güzel olabilmekmiş. Havalara girdim çaresiz. Bruno “sen saçın kısayken de Asya’nın ve Avrupa’nın en güzel kızı olmaya devam edeceksin” dedi. İtalyan tabii, doğasında mevcut. Kuaförün retoriğini de atlamayalım: “Bu saçla giderim var mı, hacı?” diye sordum çocuğa. “Saça gerek bile yok” dedi. (Sütçüleri kesin İtalyan, söylemeye dilim varmadı. Yoksa bu bir Türk’ün gramatik olarak kurabileceği bir cümle, bunlar da yan yana getirebileceği kelimeler değiller.)
       Hafta sonu eğlenceli galeri ziyaretleri yaptık. Mercedes’te  (Bu arada “Mercedes”in İspanyolca olduğunu biliyor muydunuz? “Merhametler/lütuflar” demek. Bak Allahın işine!) beğendim fiyakalı bir araba. Kuzenin eşi Erkan da bize rehberlik ediyor. Annem kırmızı bir cabrio’nun önünde durdu.
Annem: Her şeyden vazgeç, şunu alayım sana. Ohh, gez, hayatını yaşa. (Her şeyden derken? Araba 200 bin kaat. Aslında uyar, annem arkasını dönünce ben arabayı köşede 195’e okutur, Ekvador’a kaçar, sahilde çirimoya yiyerek yaşarım ölene kadar. Hazır akıllı annemin aklı kısa devre yapmışken istifade edeyim halden. Cömert hatundur, ama bu sefer kesenin ağzını iyice açtı. Annemin hayatını yaşa dediği bu mu acaba? Yok, yok. Annem gayet ciddi. Alacak arabayı.)
Erkan: İffet Teyze, bu arabayı kız tavlamak için alıyorlar ama ya!
Annem: Tamam ya, biz de erkek tavlarız. (Annem hâlâ ciddi). Kırmızı cabrio’lu birini bulur veririm şunu. (Hah, şimdi olay netleşti. Annemdeki akıl bende olsa, köşeydim şimdiye. Annem beni kakalayıp arabayı geri alacak. Bruno’da daha güzeli var aynı arabanın, sen parayı bize ver biz İtalya’da yeriz onu anne. Bitince de sahilde çirimoya satar eve geliriz.)
     Ozzy diyor ki, “Yengem kendine istiyordur o arabayı”. Valide 68 yaşında. Yazın benim giyemediğim şortlarla İstanbul’da cirit atıyor. Şort-tişört-çapraz çanta kıvamında yazı geçiriyor. Mevcut şartlarda arabayı o hak ediyor.
     Yıllar yılı bir cabrio geyiği dönmüştür evde zaten. Merve “Güzel, sen al cabrio’yu, paran olunca üstünü de alırsın” der. (Üç vakte kadar katil olcağım hissi sizde de uyanıyor mu?) Ohh, paralarımı çıtır çıtır yiyorum ecnebi ellerde yıllarda, sefam olsun. Parayı bana çuvalla ver, ay ortasına kadar özenle bitiririm ben onu. Fabrika çıkışım böyle. (Bu arada Demirel’in tatlı bir sözü geldi aklıma, Ecevit’e dediği:  Dört kaz teslim etsen, akşama üçünü kaybedip gelir. “Best before 40” ne de olsa. Ya da preferentemente antes de los 40! :=)
      Yalan Dünya yine yerle yeksan etti beni. Zerrin’in hastasıyım. Açılay Zerrin’den mesleği öğrenmeye çalışır, sonunda da “Eee, beyin cerrahı diilsin ki”, diye protesto eder. Tam o anda Zerrin’den favori repliğim gelir: “Sen o beyin cerrahına git o zaman. Aslında yıllar önce gitmen gerekirdi!” Ahh, ahh… Kullana kullana eskitirim ben bunu. Unisex, herkese uyuyor. Yakışanı bol.
      Hafta sonu NATO askeri arkadaşlar yemeğe geldiler. Ev Yunan-İtalyan cephesi oldu.(Mediterraneo filmine gönderme yaptım çaktırmadan). Nikos’un 5 yaşında ekstra yakışıklı sarışın bir oğlu var. “Sen köftelerini ye, büyü, evleneceğim ben seninle” dedim. Başladı gülmeye. Annesinin kulağına ne dese beğenirsiniz? “Ben büyüyünce o ölmüş olur!” Dağıldık doğal olarak. Kızının adı Elli (Helle). Ulan her türlü minör Yunan tanrısını bilen ben Elli’yi atlamıştım. Marmara denizinin adı Hellespontos, Ellispondos (λλήσποντος), Elli’nin Denizi anlamında. Athamas’ın kızı Helle bir koçun üzerinde Marmara üzerinde uçarken boynuzları bırakır ve düşüp boğulur.  Sonra Poseidon onu kurtarıp deniz tanrıçasına dönüştürür.
       Bruno Yunanca’yı söktü. Şoktayım. Nikos da İtalyanca’yı. Aramızda iki dil konuşuyoruz ne zamandır ve artık ikisi de “nosyon”dan “anlama”ya geçmiş durumdalar. Ne biçim bişi bu insan beyni. (Olanda oluyor, olmayanda da olmuyor, ontolojik olarak böyle, na’aaapçan anam!)
       Koç ve evlilik demişken, konu çaresiz açıldı.   Benim son iki yıldır her adımımı isim, tarih, mekân, detay ve karakter analizleri ile harfi harfine bilen falcım bu sene ani bir kararla evleneceğimi söyledi. (Kuzen Ozzy’nin de dün dediği gibi o karar ani olmazsa bende durmaz zaten, aklın iki saniye gittiği bir anda vermeliymişim o kararı. Bünyeme ters yoksa.) Koç burcundan, çok yakışıklı bir herifmiş. Merve tabir edilen kardeşin yorumu. “Abla, sen buna hazır değilsin. Ama daha da hazır olmayan iki işi daha var: 1) Dünya 2) Damat!”
       Hande’nin benim de bolca kıl olduğum bir Osmanlı tarihçisi konusundaki yorumu süper. Harif konuşurken karşısındaki yaşlanıyor beklerken. “Adam konuşurken araya reklam alıyor!”.
      Yüz tane hayat yaşamış gibiyim. Bruno nüfus cüzdanıma memleket kısmına “terra”  (yeryüzü) yazmamı önerdi. Artık hiçbir şey beni şaşırtmıyor. Her şey tekerrür yahu.  Kaan Hoca süper bir kelâm retweet’lemiş: “Kafayı iyice sıyırın ki ziyan olmasın. Nimettir!”  tam o tattayım işte.
          Mitolojimizi bilmiyoruz, ama bizim mitolojik hayvanların hepsini yakından tanıyorum ben! Timsah başlı, ayı vücutlu, tavşan kalpli oluyorlar.  Mesela taksicilerimiz, iyice kuş beyinli bir formatta dolaşıyorlar. “Abla, köprü altında bırakayım mı seni?” (Köprüaltı çocuğu tadımdayım ya bu saçlarla). “Olur canım, ben de paranı Doyçebank’a EFT yapayım, müsait bir zamanda alırsın”. Havaalanında elim kolum bavul, şişe, torba, taksiciye “Beylerbeyi” diyorum. Herif bana “Seni Beşiktaş’a bırakayım, oradan motorla geçersin” diyor. Bu neyin kafası? “Yook güzelim, sen beni Kabataş’a kadar götür, ben oradan yüzerim”. Kendi kendine yeten hayvanat bahçesi bunlar. Portatif hayvanlar âlemi! Tek bedende çok hayvan. Unutmayın, çok hayvan hiç hayvandır kızlar!  Akılsız erkek yoktur, az votka vardır!
        İtalyanlardan konuşuyorduk geçen gün bir arkadaşla. Yalancılarmış. Herkes kadar yalancılar canım. Ayrıca yalanlarını yiyeyim ben onların. Yalan onlardan gelsin. Ayrıca, oğlum, bana konuşma, buna konuş. (Bruno’ya konuş. Boyu bak bak bitmiyor, profesyonel asker, ağzını kırar, kırpıklardan yanına yedek ağız yapar,  bayramdan bayrama kullanırsın.)
        Aloo, yakışıklı koç burçları, kaçıp canınızı kurtarın bence! (Ay kızzzz, adam yakışıklıymış ama akıldan hiç bahsetmedi falcı! Olsun, bunlarda hepsi birden aynı bedende barınmıyor zaten.)
        Boynuzları bırakmayın, düşüp boğulursunuz :=)
       Annneeee, bittiii… (Şey, kırmızı arabayı alcan mı? Uslu durcam sözzz).