21 Ağustos 2010

ROMANTİZMA ya da ROMATERAPİ!

Aromaterapi nam furyayı hatırlarsınız? Yalan, efendim. Doğrusu Romaterapi. Buradan “Romantizma” kelimesini de Mr. Mutluluk Hattı’ndan arakladığımı hemen itiraf edeyim vakitlice. Geçen gün akademisyen ordusunun şaşkın bakışları altında türlü jest ve kahkaha arasında boğaza karşı öğle yemeğimizi yerken sıcaktan mütevellit aklıma kışın Nilüfer Hoca’yı da alıp Petersburg’a gitme fikri geldi. (Aklıma derken?) Mr. Mutluluk Hattı da “benim romantizmama iyi gelmez”, deyince hemen vokabüler invasyon yapıverdim.


Nerede kalmıştık? Malum Roma “città eterna”. Kim bitirebilmiş anlatmayı ki ben bitireyim. Bu sabah Barbaros’ta yürürken bir de baktım Lavazza açılmış. “Espress yourself” diye bir de komiklik yapmışlar? İtalya’nın kanımca en iyi kahvesini memlekete getirirken nedir bu Anglosakson tavırlar? Neyse, bu kış İtalya özlemimi gidermek için kızları toplayacağım bir mekan buldum.

Efendim, Elifçiğim geçen yaz Venedik’te küratörlük işlerine soyunup Roma sanat âlemlerinin göbeğinde yer aldığı için bizi kendisinin de katkıda bulunduğu Kutluğ Ataman’ın enfes işlerini görmeye götürdü. Bu sayede Maxxi Müzesi’ne görmüş olduk. Hoş bir “modern”. Çok leziz parçalar vardı. En çok hoşuma giden Ataman’ın yatarak izlenen tavan projeksiyonu oldu. Detaylarla bu sıcakta sizi bayasım hiç yok. Yolunuz Roma’ya düşerse mutlaka gidin derim. Shakespeare'in mısraları önünde Leo'yu boğan benim. Mario'nun şaşkın bakışları ve hakemliği önünde Leo'yu bilek güreşinde yendim. İnanamadılar. Ben de! Bütün yaz spor salonu beklersem böyle olur.

  OKB! Ozlem Kumrular Bıkar!!! Hayır, öyle değil. Bakın bakalım tıpta neyin kısaltmasıymış. Hem de ileri safhada. Kimde olacak, bizimkinde. Tamam, pek düzenli olduğum söylenemez, ama pis değilimdir. Su içilen bir bardak masada durabilir. Ama Leo sağolsun suyumu bitirince gidip ossaat bardakları yıkadı, yerine koydu. Her saniye gölge gibi peşimde bir temizlik perisi vardı. Ben şanslıydım, çünkü sonunda “yetttterrr beee” diyebildim. Zavallı Mario’ya Paris’teki evinde “parmak izi yapıyorsun” diyerek çile dolu günler geçirtmiş. Erkeğin temizine ve düzenlisine secde ederim, ammma böyle bir vaka hiç bir yerde görmedim. Bir an sirküle eden kanımı çıkarıp yıkayacak diye korkmadım desem yalan olur. Tam anneme göreymiş. Söyleyeyim İffet’e de evlat edinsin bari. Beraber akşama kadar köşe bucak temizlik yapar, toz avına çıkarlar. Not my cup of tea, anacım.

İtalyanımın lezzeti biter mi? Bu sefer de semi-freddo (yarısoğuk) dondurmalarını keşfettim. Marzala’dan yapılan bir afet var ki bünyeye zarar vallahi. Portomsu, akıllara zarar bir tat. Sakın kaçırmayın. Ve bir kez daha kavun ve prosciutto’nun ne gönül çelen bir kombinasyon olduğunu fark ettim. Sayısız defa önünden geçtiğim bir dükkanı da bana Leo tanıttı. Tipik İtalyan. La tazza d’oro. Tarifsiz kahve dükkanı. Karamel, az öğütülmüş kahve çekirdekleri ve kremadan yapılan karışımı tadın. Şekil I A'da portakal çiçeğinden yapılan enfes bir Napoli tatlısı yanında limoncello ve meloncello... Akabinde bahsi geçen tazza d'oro, her yiyecek dükkanına yapışan bir Özlem ve son olarak devasa limonlardan limonata yapan nehir üstü büfesi.

Elifçiğim'le bol bol gülecek vaktim oldu. Ülke bazında dedikodu değiş tokuşu yaptık. Roma’dan İstanbul’u nasıl bir yakın takipte tuttuğuna inanamadım. Her zaman harika bir kızdı zaten. Neler neler öğrendim. Dünyayı takip etmekten memleketi kaçırmışım. G Yayın Grubu’nun 1990'lardan beri başkaları için metinler yazdığını biliyor muydunuz? Aşk ve ayrılık mektupları! Yaptıkları işe de “hayalet yazarlık” diyorlarmış. Bana yaramaz. Netekim benimkiler Türkçe olmuyor malum. Ama fikre hayran oldum, anacım. İşi bırakıyorum. Bundan sonra aşk ve ayrılık mektuplarınızı ben yazacağım. Bir yayınevi ısrarla çocuk kitabı yazmamı istemişti. Ben de heyecanla başlamıştım. Kardeşim durumu hemen fark edip. “Abla senin bu kitapları okuyabilen çocuk çıkacak mı acaba? ‘Anneeee, apokaliptik ne demek?’ cinsinden sorular soracaklar”. Haklı kız. Bir romanım İspanyolca’ya çevrilince de şöyle demişti. “Eee, kolay işmiş. Zaten iki kelime Türkçe vardır içinde, onu da hemen çevirivermişlerdir”. Kafa nereye, dil oraya, ne yapalım? (Aşağıda Mario'nun evlilik sonrası göbeği, akabinde sanırım yeryüzünde en sevdiğim meydan olan Campo dei Fiori'de devasa zeytinlerle dans)

Dün eski sevgilim İtalya’dan döndüğümü duyunca “Sen onlarla daha iyi anlaşıyorsun” dedi sitemsizce. Doğru. Uzun zamandır bunu düşünüyorum. Sanırım Makedon topraklarından buralara kadar gelen genlerim doğunun havasına suyuna alışamadı. Kafam basmıyor Doğu’nun işlerine. Frekansım tutmuyor. Batı’ya programlanmış bir ruh taşıyorum. Devasa kitapçı Feltrinelli’de Leo’nun tam bir “delirium” olarak gördüğü bir rafa bir bu rafa saldırma faaliyetlerim sırasında gastronomi kitapları arasında enfes bir başlık gördüm. “Non ci resta che mangiare” (Bize yemek düşer). “Non ci resta che piangere” filmine enfes bir gönderme. Pek hoşuma gitti, güldüm. Leo da şaşkınlık içinde “sen nereden bilebilirsin, İtalyanlar bile anlamaz,” deyince fark ettim ki aslında sevdiğim ülkelerin vatandaşıyım ben İstanbul’da yaşasam da. İtalyanım, İspanyolum, Yunanım, Portekizliyim, Meksikalıyım... Sonra da neden gazete okumuyorsun diyorlar. Gazete okusam bunca sevdiğim şeyi nasıl stoklarım hafızamda.

Ortaçağ yemek kültürünü anlatan bir kitap yapıştı elime. Massimo Montanari. Hikâyeye yasak elmayla başlayarak Ortaçağ filozoflarının orucun temelleri üzerine düşüncelerini veriyor. Boğazın “Sensualità” ve “sessualità”ya açılan bir kapı olduğunu anlatırken dört hılta da giriyor tabii. “Soğuk ve kuru” yiyecekler insanı bu zevkten uzak tutarken “sıcak ve nemli” olanlar duyuları uyarıyorlarmış Ortaçağ feylesoylarınca. Hezeyan ve heyecan içinde okuyorum. Bazıları gazete okurken ben İtalyanca öğrenmekle fena yapmamışım değil mi?

In somma. Ben Çeşme’ye oradan da Sakız’a kaçıyorum gençler! Komşular krizdeymiş, yardım edelim ekonomilerine biraz. Yiyelim, içelim, medeni sahillerinde güneşlenelim. Ne de olsa Doğu’dan gelen tek iyi şey güneştir. Portekizliler bunu İspanyollar için söylemiş olsalar da bize de fena uymadı hani değil mi?

Dönüşte çılgın Makedonya seyahatimizi anlatacağım... Anacım gezmekten yazmaya yetişemiyorum.... Birisi durdursun beni...