16 Temmuz 2010

TÜKENEN ORANGUTAN

Dün gece konser çıkışı hayaller kurarak Ortaköy-Beşiktaş hattında ilerlerken Selmacım öğrencilerinin “eski” anlayışlarından dert yanıyordu. Mesela “Hocam ya, o çok eski bir film. 2004 yapımı” şeklinde cümlelerin telaffuz edilmesinden pek bir müteessir olmuş arkadaşım. Bu da bir şey mi canım! Artık tohuma kaçan kardeşim Michael Jackson’ın eskiden zenci olduğunu öğrendiğinde geçici kalp krizi geçirmişti. (Ben de o arada gülmekten mide spazmı geçiriyor olmalıydım). Bu olay, bundan dört yıl önce cereyan ettiğinde o zaman artık eşşşek kadar -17 yaşında- bir kız olan kardeşimin artık bir kartopundan ve tüm eskimolardan beyaz Maykıl’ın o bonus kafa, zifiri resimlerini gördüğünde pörtleyen gözlerini kaçırdınız ya, ne acı! Velhasıl yaşlanıyoruz anacım.


Hayatımın en güzel yazını geçiriyorum. Bunun sırrı çok basitmiş. İstanbul’da kalmak ve tam gün doğmadan eve dönmek. (Ayaklarınız evin yolunu hatırlayacak kadar abartsanız yeter). İspinoz kuşu kardeşim “baba ya, ablam eve hiç uğramıyoooo,” diye beni babama ispiyonlasa da hiç oralı olmadım. (İnanın babam da olmadı). Henüz kimse ev kapısının kilidini de değiştirmediğine göre asayiş hâlâ berkemal demektir. Bu yaz İstanbul’a bir kez daha âşık oldum. Her yaz Avrupa’nın (sadece Akdeniz ülkeleri bittabi) sevdiğim bir şehrinde ev kiralayıp pılıyı pırtıyı toplar, bir heyecan gider, sonra dayanamayıp en az bir hafta erken dönerim. Roma’dan bile erkenden dönmüşlüğüm, kiramı yakmışlığım var. Bir tek Selanik’ten dönmedim. Sırrı pek basitmiş yahu. İstanbul’da hayat varmış.

Dün gece Esma Sultan’da Ayhan Sicimoğlu konserindeydik. Nilüfer Hoca gidemeyince konser bileti bendenize kaldı. Erkenden gidip bahçede salındık. Bahçeye yerleştirdikleri yarı çapları en az 4-5 metre olan şemsiyeleri görünce Japonların atalarının hangi şemsiyelere bakarak “….’e giren şemsiye açılmaz” sözünü söylediklerini anladım. Ayhan Abi ve Latin All Stars grubu biraz geç açıldılar. (Yıldızları biraz düşüktü, ya da bulutlu havada yıldızlar görünmüyordu). Ben herkesin Latin müziği yapmamasından yanayım. Hele Türklerin asla. Vücut ritmimiz başta olmak üzere çılgın bir uyumsuzluk içindeyiz Latinlerle. İş böyle olunca sahnede bir papatya gibi salınan, ya da hafiften göbek atan ablaların başka müziğe eşlik etmeleri farz oluyor. Lakin biz pek eğlendik. Tepine tepine dans etme özlemimi giderdim. Grubun yıldızı Kolombiyalı Luis’ti. (O da kesin Kolombiya’da emlakçılık, son ütücülük, daire başkanlığı, vb. yapıyordur). Ayhan Abi’yle ilk defa Hronis, Niça ve Antoş’la Karpenisi dağlarına tırmanırken tanışmıştım. İstanbul’da bilmediğim ne varsa Hronis’ten öğrenmiş olmam da akıllara ziyandır. Midye mafyası, çöp mafyası, Karadeniz pazarı, en iyi ekmek ve poğaça satan yerler de buna dâhildir…(Ve daha neler neler).

Osmanlıca tam gaz. Dünyanın en muhteşem Osmanlıca hocasının adresini veren Feryal’i buradan öpüyorum. Sadece sınırsız gülmekle kalmıyor, ders çıkışı gülme seanslarımıza devam etmek için lezzetli bir yere gidiyoruz. İki gece önce Giritli’deydik ve asma yaprağında sardalyeleri o biçim löpürdettik. Ben de zimmetime geçirdiğim topikleri yalamadan yuttum vallahi. Hepimiz kısa zamanda Yücelist olduk. Bugün zihnimiz açılsın diye derste bize votkaya yatırılmış vişne verdi Yücel hocamız. Antenlerimiz osssat çalışmaya başladı.

Hayatımda bu yaz güldüğüm kadar güldüğümü hiç hatırlamıyorum. Çocukluğumu bedelli yapmış gibi gülüyorum anacım. Kahkaha fazlasını paketleyip ihtiyacı olan ülkelere göndermeyi düşünüyorum. Salı günleri öğle yemeklerinde uzun zamandır Mişi ve Bengü ile birlikte Beşiktaş’ın envai çeşit lokantasındaki garson, idareci ve müşterilerden oluşan kalabalık bir gruba unutulmaz anlar yaşatıyoruz. Pek yakında tüm restoranların giriş kapısında üzerinde çarpı işareti olan resmimizi göreceğiz. (Buna layığız bence.) Her gün başka bir yere gitmemizde son gittiğimiz yerde artık barınamayacak hale gelmemizin de payı var tabii. Özellikle Bengü. Garsona “roka salatası getirirseniz çok seviniriz”, demeye çalışırken fiili istemsizce işteşli çekmesi garsonun Şansal tarafından durdurulmuş bir futbolcu gibi donakalmasıyla sonuçlandı. Roka salatasını getirse bir türlü, getirmese bir türlü. Çift cinsiyetli isim olduğuna bakıp aldanmayın, Bengücüğümüz pek yakışıklı bir arkadaşımızdır. Garsonun bu konuda tam olarak ne düşündüğünü henüz bilmiyoruz. Bugün yepisyeni bir mekânda kahkaha tufanına devam ettik. Ben şu aralar İtalya güdümlü olduğum içim balık hafızamda tıkalı kalan carabinieri fıkralarına nefes aldırmaya çalıştım. Ama noktayı “tükenen orangutan” adlı fıkrasıyla Bengü koydu. Yüksek müsaadeleriyle burada anlatmak istiyorum:

Soyu tükenmekte olan dişi bir orangutanın soyunu devam ettirmek için çare aranmaktadır. Sonunda şeklen orangutana en benzeyen adamın getirtilip, orangutanın soyunu kurtaracak olan operasyona el (ya da her neyse) atmasına karar verilir. Bu hizmeti için adama 40.000 dolar verilecektir. Bu ilişkinin bedelinin 40.000 dolar olduğu ilan edilir. Adam gelir, düşünür, taşınır, sonunda: “Tamam”, der, “Ama üç şartım var. Bir: öpüşmem. İki: çocuk erkek olursa ona dedemin adını koyarım. Üç: 40.000 doları üç taksitte veririm”.

Haberleri dinlediniz. Şimdi özetler:

Bugün yolda Levent Yüksel’i gördüm. O da çaresiz beni gördü. (Spartaküs ayakkabılarım ve koca güllü dantel eteğimle beni görmese ona ayıp olurdu). Bir süre geri dönüp takip ettim. Sonra baktım şebeklik yapmak için hayli yaşlıyım, Burhansal bir “bas geri” yaptım.

Leone “days go by” diye şarkı göndermiş sabah bana. Başına da 22 yazmış. Gün sayıyor olmalı. Başına geleceklerden haberi olmadığı için son mutlu günlerinin şeceresini çıkarıyor olduğunu düşünüyoruz. Final Countdown. Bütün yollar nereye çıkar bir düşünün bakalım?

Yarın iş çıkışı Övgücüğüm’le havuza gidiyoruz. Heyecanlıyım. Bu yaz güneşte dolaşmam yasak, anlayacağınız tam bir havuz problemi olacak… Akşam da sizin için güzel filmler seyredeceğiz. Acaba kedisinin hayat sigortası var mı?

İstanbul yöresinden derlenmiş bir şarkı seçtim size, Emel’den. (Kardeşime Emel Müftüoğlu’nun eskiden erkek olduğunu söyleyerek eğlenmeye devam edebilir miyim acaba?) “Deli et beni”. Bu şarkıyı neden çok seviyorum bilmiyorum. (Korkuyorum bunu açıklayamayacağım). Çalın, dans edin anacım. İstanbulllll uyuyor mu?!!

Selmacım ve ben, konser çıkışı. Dans ederken hafif dağılmış olmanın neticesi resimdeki gibidir.