1 Aralık 2010

INTERMEZZO

İki Balkanski arası bir intermezzo koyayım dedim, anacıımm.. Çok bunaldım, çok. Kimse beni anlamıyor. Sonra soruyorlar, “Aaa, nasıl bu kadar çok yazacak, okuyacak zaman bulabiliyorsun?” Yapacak daha iyi bir şeyim vardı da ben mi yapmadım, şekerim? Çaresiz kendimi ilme verdim son zamanlarda. Okuyarak sakinleşmezsem aklımı kaçıracağım çünkü. Sonra kardeşim bana yine aynı şeyi söyleyecek: “Abla, seni bozdurup da kendime iki tane kardeş alsam diyorum”. Haklı kız. O bozdurmazsa, ben bozduracağım. Kaç Macar Forint’i ederim acaba? Boşları verip, doluları alsam. Güya bu hafta İsveç diyeti yapıp zayıflayacaktım. İsveç adına başıma gelen tek şey Stockholm sendromu oldu bu hafta. (Manyak Word. Sendrom yerine “hastalık tablosu” kullanabilirmişim. Çekilebilirsin Rıfkı!)


Bugün uzun uzun durum analizleri yaptık arkadaş şuralarında. Ve ortaya çıktı ki bütün filmlerin kötü kahramanı benim! Tüm kitapların anti-hero’suyum ben! Herkes gardını almış, kendini benden koruyor, korkuyor. Nasıl bir tehlikeymişim ben be! Tam bir Duran Duran şarkısı olmuşum da haberim yokmuş. No-no-notorious! Hele şunu bir dinleyin. Geçen hafta Zagreb Üniversitesi’nde tarih bölümünden hocalarla özel bir toplantı yaptık. Akademik değişim yapmayı planladığımız bir hocayı önceden bir kez görmüş olan bir arkadaşım çocuğun yakışıklılığını dile getirdi. (Bana neyse! Sanki Hırvatların yakışıklılık standartlarını kontrol etmeye gidiyormuşum gibi.) Çocuk gerçekten yakışıklıymış, ama dediğim gibi, bana ne! Kaldı ki yakışıklı herifleri hiç cazip bulmam. (Arkadaşlarım yıllar yılı Deniz Baykal’ı çekici bulduğum için az tefe koymadılar beni). Dönünce arkadaşa “haklıymışsın, yakışıklı herifmiş” dedim. “Aaaa, o Koç burcu, ayrıca ilişkisi var!” demez mi? Önce kendimi bir abzürd drama içinde sandım. İdrak edemedim. Sanki Hırvatski bizim arkadaşın masum erkek kardeşi, ben de onun için potansiyel tehlike! Plus, sen kimin arkadaşısın ayol? Plus, akademik değişim yapacağım adamın burcundan bana ne? Kendi burcumun özelliklerini geçen sene öğrenmişim, 35 yıl gecikmeli olarak. (Hoca’nın arkadaşı olsaydı “Trabzonlu’nun burcu olmaz!” diye çıkışırdı, ne güzel.) Şaştım kaldım. En yakın arkadaşlarım bile etrafımdaki erkekleri korur oldu. Nasıl bir kötülük yapıyorsam artık!

Bu da beni yıllar öncesine götürdü. Bahçeşehir’de göl kenarında iyi İskandinav ortamı yapan bir bardayız bir arkadaşla. Beşiktaş-Alaves maçı var. İnsanlar dev ekrana kilitlenmiş, ben de arkadaşa laf yetiştirmeye uğraşıyorum. Üstelik gözlüklerim de yok, dev ekran bile fayda etmiyor. Kör gözümle gördüğüm golü de meğer Alaves atmış. Ben de Beşiktaş’ım atmış sanıp heyecanlandım. Birden dibimizdeki devasa fıçı-masanın üzerine mevzilenmiş adam 45 derece eğilerek (bu eğim onu benimle kendi masamda göz göze getirdi- varın ne kadar yakınlaştığımızı siz hayal edin) hışımla elini sallayarak, “Abla, sen hangi takımı tutuyorsun?” demez mi? Sana ne, be manyak! Sa-na-ne???

Yetmez! Bir anı daha. Gecenin ilerleyen saatlerinde Taksim-Yeşilköy uçan-dolmuşundayım. Tek memeli hayvan benim koca dolmuşta. Üstelik dolmuş ara sokaklardan gidiyor. Korkudan en iyi ihtimalle altıma etmek üzereyim. Dişlerimi sıkmış, cam kenarına büzülmüş, bildiğim duaları ediyorum. Yanımdaki atkı, şapka, forma formatında FB renklerine bürünmüş ayı-aslan karışımı hibrid bir popoluk yer daha yaklaşıp bana “Abla, hangi takımı tutuyorsun?” demez mi? Ne dersiniz? “Aslında Beşiktaşlıyım, ama şu anda istediğiniz takımı tutacak durumdayım”, diyemedim tabii ve hayatımın sanırım tek politik (ama hayat kurtaran) cevabını verdim: “Fenerbahçe!” Mr. Mutluluk Hattı’nın yıllar önce bir karikatür derkenarında gördüğü gibi kanarya hakkında bildiğim tek şey sarı renkli ve üstüne basınca vıccck diye ses çıkardığıydı.

Geçenlerde kardeşimin erkek arkadaşı pembe kapüşonlu bir sweatshirt’le metro (Yeraltı treni diyecekmişim. N’olur, bırakın boğayım şu Word programını) bekliyormuş. Yanına gelen kaytan bıyıklı, bıçkın bir delikanlı etrafında bir tur attıktan sonra tespihini sallayarak şöyle demiş, anacımmm: “Hayırdır?”. Yok, yok. Bizdeki manyak kapasitesi hiçbir meridyen-paralel aralığında yok.

Macar Forint’i demişken şunu da atlamayalım. Budapeşte’den dönmüşüm. Forintler, Liralar birbirine karışmış cüzdanda. Dolmuştayım. Şoföre parayı uzatıyorum. Ortası beyaz, kenarı sarı, bizimkilerle aynı boyuttaki parayı evirip çeviriyor ve soruyor: “Ablaaa, bu nerenin parası?” Sıkıyorsa ver cevabı tıklım tıklım dolmuşta. Macar Forinti de de, âlemin maskarası ol. Neden hep benim başıma gelir bunlar?

Eski bir arkadaşım “Modern Marco Polo, ne haber?” yazmış bana bugün. Pek güldüm. Marco Polo deyince aklıma geldi. Acaba Çin’e mi kaçsam? Akşama kadar pirinç yer, yumuk yumuk ellerimle gece gündüz Çin malı yaparım, derdim tasam kalmaz. Aloooo? Chinese Airlines?