29 Aralık 2010

MEDENİ HALİM: “BÜSBÜTÜN BEKÂR”.

Sözün bittiği yerdeyim. Anlatmaya nerden başlasam bugün diyordum ki, Ana her zamanki gibi son noktayı koydu. Efenim, İspanya’dan dokuz adet nur topu gibi misafirim geldi. Bunlardan birisi en hakikatli can dostum Ana. Salamanca’nın çatlak prof’u. Dün şehrin göbeğinde enfes bir otele intikal ettiler. Ben de akşam onları almaya gittim pek tabii. Bu sabah da keza. Hal böyle olunca talibim çıkmış yok yere. Akşam üstü kızlar (kızlar dediğime bakmayın, her biri yüz yaşında) koşa koşa geldiler. Otelde bir zat (otel sahibi olduğundan şüpheleniyorlar) beni sormuş. Adımı almış. Utanıp sıkılmadan internette aramışlar, falan feşmekân. Sonra da “bekâr mı?” diye sormuş. Ana da ne demiş beğenirsiniz? “completamente soltera”. Güleceğim derken yere düşüyordum yahu. Sonuç itibariyle yeni medeni durumum belli oldu: Büsbütün bekâr!

Büsbütün bekâr deyip de bir de Anna Maria’nın sayfasında çarşaf çarşaf Gökhan Sezen resimlerini görünce beyin denen ve istemsiz çalışan aygıt kendi kendine bir alâka kurdu yine yok yere. Ailenin bütün kadınları bayılır Gökhan’a. Hepsi derinden hastasıdır: anne, teyze, her yaştan kuzenler. Lâkin sülalede mevcut olan tek “büsbütün bekâr” ben olduğum için, uzak hayallerinde çocuğu benim üzerimden eve damat almak yatmıştır yıllardır. Olay aslında şöyledir: Beni düşünen yoktur, maksat Gökhan hepsine yakın olsun. Hal böyle olunca iş (diğer bütün işler tamammış gibi) Gökhan Sezen’i bana beğendirmeye kalmıştır. Her türlü durumdan bihaber olan zavallı çocuk televizyona her çıktığında evin hangi köşesindeysem saçımdan sürüklenmek suretiyle salona getiriliyor, programa bitene dek koltuğa bağlanıyordum. İş burada bitse, razıydım. Ama mesele uzadı. Bir de programların tekrarları çıktı başıma. En iyi ihtimalle akşam yemeği ve kahvaltı arasında pek derin bir saatte tekrarlanan bu programlar benim yataktan hırpıklanmak suretiyle kaldırılıp salona sürüklenmemle eşanlamlı oldu uzun süre. O gün bugündür birisi beni gece uyandırdığında hep televizyonda Gökhan çıktı sanırım. Deprem olsa “ay anne, tamam çok yakışıklıymış,” deyip kıçımı dönüp uyuyacağım. Tamam, çok yakışıklı, çok efendi, sesi de harika ama uykum var anacııım ya. Ayrıca yaş grubum değil. Bu arada hikâye burada bitse, yine iyi. Gökhan’ın halası, beni pek seven Nihal Ablamız da annemle ittifak kurdu. (Ortak maksatları: Özlem İspanyolla evlenmesin. Evde kalsın, yüz yaşına gelsin, seksen iki kitap yazsın, yüz otuz kitap çevirsin, kendi kendine pilav yapsın, di mi? Bu mudur?) Ama bu planlarından geriye kala kala bendeki uykusuz akşam sefaları ve tekrar program fobisi kaldı. Hâlâ sanat müziğini ve Göhan’ı sevebildiğime inanamıyorum? Anne, yok mu bu yıl için daha parlak bir planın? Yok mu televizyondan olsun, musiki cemiyetinden olsun, saz takımından olsun, bir yakışıklı afendikos?

Dün gece çay bardağının içine uyumuşum. Bir taraftan da hâlâ okuyacağım diye direniyormuşum, sıkı sıkı yapışmışım kitaba. Babam spatulayla kazımış beni. Bugün de bir kahve içeyim de uykum açılsın diye Gloria Jeans’e girdim. Nasıl bir kendimden geçtiysem yorgunluktan son günlerde, erkekler tuvaletine girmişim. Girmekle kalsam yine iyi, bayağı bir ilerlemişim. Son anda “Yok yahu, biz bu işi böyle ayakta yapmıyorduk” diye ayılıverdim, bir de bağırmışım ki sormayın. Rezaletin bini bin para. Bugün gördüğünüz gibi Arabiye kursuna gidemedim. (Çünkü Gloria Jeans’te kahve fincanının içine uyumuşum. Vallahi şaka yapmıyorum. Gözümü bir açtım benim sıcak kahve kutup ortamı yaratmış kendi çapında.) Bu arada çalışmaktan tümden tozutmuş olacağım ki geçen gece rüyamda Burhan Altıntop’u tekerlekli sandalyede gördüm. Bunu Mr. Mutluluk Hattına söylemedim. Pembe konversleri açıklayacağım derken çok ter dökmüştü, korkarım buna hazır değil. Haydi onu açıklayabilmiştik, ama bunun açıklanabilitesi yok. Rüyada Burhan Altıntop’u tekerlekli sandalyede görmek: insanın kıçının büsbütün açık kalmış olması. Yorumsuz.

Arabiye kursu hocası ile yakında yapabildiğimiz tek alıştırma mukatele, mezalim, vs. cinsinden olacak. Kadın bizden nefret ediyor, biz de ondan. Sinir oldu bize (hele hele bana). Ne diyeceğini şaşırdığından mütevellit son ders gelip “hiçbiriniz ileri zekâlı değilsiniz!” şeklinde histeri krizleri geçirdi. Hemen anlıyorum, elimde değil, zekiyim kardeşim ben! Pinker’in teorisi gereği gramer genlerim sağlam çıktı, naaabayım? Sen daha leblebiyi düşünürken anlıyorum ben onu. Malzemem bu. Yok şekerim, bu kadınlar beni hiç sevmiyor. Nereye gitsem bir iki tanesi kriz geçiriyor. Bir de bana bak. Ne şeker bir şeyim ben ya. Sevilmeyecek bir şey miyim ben? Şu yanaklara bak! Sevin ulan beni, manyak karılar.

Bugün Vaarşak Bey hazretleri İspanyollarıma Ermeni Patrikhanesi müzesini gezdirdi sağ olsun. Böylelikle bir haftada iki kez müzeyi görmüş oldum. En son bölmede enfes bir tiara’ya âşık oldum: Fuşya saten, üzeri altın telkâri. Böyle zarif bir parça hiçbir kilise müzesinde görmedim. Dünyanın en görkemli ressamlarından parçalar getiren, müzayede canavarı, pek meşhur bir zatın müzeyi gezmeden önce yaptığı konuşmada pek çok müze gördüğü için kıyas yapabildiğiyle böbürlendikten sonra ikonografik olarak temsil edilen teslisi sorması, (Hıristiyan olduğu halde), tagmata diye bir şey duymamış olmaması tarafımdan şiddetle kınandı. Yok anacım, bu memlekette dünyayı bilen entelektüel yok. Son kalan umut kırıntılarım bu sene yok oldu.

Bugün içinde benim de makalemin olduğu bir kitap çıkmış. Cumartesi başka bir tane daha çıkacak. Bir de baktım k 2010 denen sene böyle geçmiş. Hayat mı bu be! 2011’de daha çok sefahat. Seneye normale dönme özlemindeyim. Anneee, kurtar beni! Yurttan sesler, beraber ve solo türküler… Kurtar!!!

Evet, yeni bir yıl geliyor. (Eskisinden ne hayır gördüysek!) Planlarımızı şöyle bir gözden geçirelim. Bütün ertelenmiş hayallerimi bohçadan çıkarıyorum bu yıl:



-Saçlarımı Rapunzel gibi uzatacağım. (Lâkin kaleden aşağı uzatmaya niyetim yok. Toplayacağım hepsini tepeme, kımıldamayacağım, oturduğum yerden seveceğim. Erkekler rollerini unuttular anacımmm. Erkek dediğin dişiyle tırnağıyla tırmanır o kaleden seviyorsa. Yok saç maç, tepeme dolayacağım ben o saçı.)

-Buzuki alacağım, Yunan ellerinde masalara çıkıp çalacağım.

-Bülbül gibi Arapça konuşacağım, Amr Diab, Faudel, Cheb Mami, Khaled ve Tamer’in şarkılarını şuursuz kalana dek söyleceğim.

-En sevdiklerimle mavi yolculuğa çıkacağım, buruşana kadar yüzüp, taksiciye (senaryoya göre kaptana) beş euro verene kadar içeceğim, teknenin kenarında köşesinde döne döne uyuyacağım ay ışığı altında.

-Yaz gelince pılımı pırtımı toplayıp Ana’ya gideceğim, bahçede yayılıp örgü öreceğim, sempatik komşularıyla seramik yapacağım, çit boyayacağım, Simancas arşivine demir atacağım, dağ köylerine çıkıp köy barlarında ev şarapları içeceğim. (Şekil I, Ana ve ben, Atta'ya -Ada'ya- gitmişiz.)

-Ölmeden önce sakalına kurban olmak için Fidel’in memleketine gideceğim.

-Adolfo’nun (Harry Potter’ın İspanyolca tercümanı) yeni evini de camping ortamı yapacağım. O koskoca havuzu ve palmiye ağaçlarını bırakmam ona. Hem de Denia’da! Oturup Sultan’ın Mutfağı’nı birlikte çevirme teklifini kabul ediyorum, ediyorum, ettim… Adolfo’ya ve sevgilisine yemekler yapıp, cümlesini mutfaktan soğutacağım. (Şekil II, Adolfo'nun lezzetli sofralarından birinin girizgahı. Ekmekler Adolfo'nun eseri. Sırasıyla: Ana, Adolfo, Beatriz, Robert)

-Bisiklete bineceğim. Bu konuda daha becerikli olacağım. Ada sahillerinde korku salacağım.

-İş damarlarımdan zararsız bir ikisini aldıracağım. Hedonizm ilmine giriş-I dersleri alacağım.

-Babamın annemle barışmasını geciktirmek için var gücümle savaşacağım. (Sabah 7.30’da kahvaltı hazırlayan, ütü yapan, yemek pişiren, üstelik ortalığı dağıtmayan bir babanız olsa siz de öyle yapardınız.)

-Bu sene favori fiilim Yunanca’dan gelecek. “Tembeliazo”. (Anladınız siz onu)

-Senenin son günü de bütün bu listenin üzerindeki tick’lerden yoklama alacağım.

Protest bir Cezayirli bir grup dinliyorum. Valla en azından protest niyetine dinliyorum, Allah bilir ne diyorlar. Bu arada Araplar varlıkları akıllı ve akılsız olmak üzere ikiye ayırıyorlar. Buradan soruyorum? Bu ayrımı yapmak size mi kaldı çölzen biraderler? Yetkin miyiz anacım biz bu konuda?

Kanat karikatür altlarını okuyacak seviyeye gelene kadar hocamızın Osmanlıca kursuna gitmiş. Kardeşime bunu söyleyince sabah sabah şöyle bir yorumda bulundu parlakzâde: “Biraz gülmek için o kadar ağlanır mı yahu!”… Onları bilmem ama biz pek eğleniyoruz bu lisan-ı Osmani dersinde. Acısız sancısız Osmanlıca. Tek sancı gülmekten mütevellit karın ağrısı… Hiçbirinize tavsiye etmem, hocamızı kimselere vermeyiz.

Yeni yılda her şey gönlümce olsun, anacım…