14 Mart 2014

TAKSİM’DE DEĞİLİM BABA, KÜLAHI DA ŞURAYA BIRAKIYORUM…

“Aloooo? Özlem neredesin? Taksim’de değilsin değil mi?” “Yok bana, değilim.” (Kafamızın üzerinden plastik mermiler geçerken) Kırk yaşına varıp da hala anneye babaya yalan söylediğin ülkeye Törkiye denir azizim. Cümleten marjinal olduk yine. Dün Yunanca dersinde Boğaziçi’nden sınıf arkadaşım Ceyda’cığımla çantamızdan simultane olarak çıkan deniz gözlükleri, lens kutuları ve Talcid’e bakıp güldük. Kim dediyse, pek güzel demiş twitter’da: Şu AKP bir gitsin de camları açıp ülkeyi bir havalandıralım gari. Üniversitedeki Japonca hocam Mariko Sensei yeni bir taktik geliştirmiş. Öğrenciler sorduğu sorunun cevabını bilene kadar masanın altından çıkmıyormuş. Bi’ hayal etsenize. Bence tam film karesi. Türkiye’nin bir Japon’un bünyesinde 20 yılda verebileceği maksimum hasar bu işte. Bünyeye zararsın Törkiyem. Bizim marjinal halimiz begayet normal. Hayatı erözyon gibi yaşamaya kaldığım yerden devam. Yunan Konsolosluğu’ndan çıkıp Romen Kültür Merkezi’ne giriyorum akşamları. “Ne olacak bu memleketin hali?” diye söylendiğim bir an Gökhan pek bir haklı olarak “Kızım, zaten bu şehirde bile AB toprağında yaşıyorsun, ne söyleniyorsun”, dedi. Tam da Dimitirie Cantemir Merkezi’ne giriyorduk o anda. Çenem bir anda kapanıverdi. Romence kursum tamgaz. Romenlerle evli memleketim erkek faunasıyla ve Laleli esnafıyla ders yapıyoruz. Dünyanın en sıkıcı dil kursu. Hocamız ufkumuzu geliştiriyor. (Ufkumuzu kapatmadığı zamanlarda oluyor bu. Çünkü sumo güreşçisi tadında bir kadın. Tek başına bir oturuşta koskoca tahtayı kapatabiliyor. Seviye bu. Hani deriz ya “Hocam, bi çekilir misiniz, tahtayı göremiyoruz!”. Bizim rica şöyle oluyor: “Hocam, bi sınıftan çıkar mısınız, tahtayı göremiyoruz!”. Allah kimseyi benim dilime düşürmesin anacııım… Gördüğünüz gibi kırkım çıkacak yakında ama hâlâ zekâ yaşım 3 ile 5 arası gidip geliyor. Milletin annesi “tahta kafalı”, “gerizekalı filan” der, bizim eve kayıtlı demirbaş anne “Mikrosefali” diyor bana. O da hâlihazırda kelime stoğunda olduğundan değil ha! Geçen Pazar şu diyaloga şahit oldum: -Alo, Merve. Kızım, hani böyle yaşı büyüyüp kafası küçük kalanlara bişi deniyordu. Ne deniyordu yavrum? (Milletin annesi doktor kızına şuramda ağrı, buramda sızı var der. Bizim modele bak. Yok, bizdeki çatlaklık genetik.) -Mikrosefali. (Vay vay vay, kardeş de bağrına bas. 3 yaşında velet iken kucağında Kemancı’lara taşı, sana 20 yıl sonra ihanet etsin.) Kırkım çıkıyor 3 Nisan’da. “Kırkım çıkıyor, hutbe okutacağım”, dedim Saadettin’e. Başladı gülmeye. “Para filan da bastıracak mısın?” dedi. Haklı çocuk. Ben “hutbe”yi sadece o cümle içinde kullanabiliyorum zaten. “Para bastır, hutbe okut”. Ölünce mevlüt okutulurmuş. Unutmuşum. Bendeki dinbilgisi bu kadar. O kadarına da ihtiyacım yoktu ya, ilkokulda zorla verdiler. Hayatta böyle hep yanlış kullanageldiğim kelimeler yüzünden az madara olmadım. Misal: Sene ’97. Cüzdanım çalındı Taksim’de, ben de emniyete gittim. Tam içeri gireceğim. Bir demet polis sordu ne münasebetle geldiğimi. Ben de “demeç vereceğim”, dedim. Koptular bittabi. Birisi de diğerine bakıp “Bırakın versin”, dedi. Kirli kaderimde kör cahil polise şebek olmak da varmış. “İfade” versem iyi olurmuş ha. Yalnız demeç vermek, hutbe okutmak filan, ne çeşit bir egomansam artık. Vahiy filan da gelir bana yakında, biarz sabrederseniz tabii. İlber Hoca’yı üniversiteye konuşma yapmaya davet ettik. Kabul edince de pek bir sevinip telefonda “Yupppiiiii” diye bağırmışım. Cevap geldi hemen: “Ortaokul çocuğu!” Pek hoşuma gitti bu sıfat. (Meğersem alt satır geçiyormuş o anda: “Biraz daha akıllı olsan gerizekalı olacakmışsın!”) Sadık okur hatırlayacaktır. Haftada 4 çeşit kursa gittiğim zamanlardan birindeydi. Osmanlıca’dan çıkıp Arapça kursuna gidiyor, aradaki 1 saatte de ayılmak için kahve içiyordum. Bir keresinde kahvemi alıp içemeden kahve tepsisinin içinde uyuyakalmıştım. Uyandığımda da kurs murs kalmamıştı. Hah, işte tam o kıvamdayım yine. Akşam yatağa avdet ettiğimde gün boyunca yaptığım şeyleri sayarken yoruluyorum. Yunanca dersinde fiziksel olarak orada bulunmama rağmen resmen “distance education” tadında oluyorum. Bildiğin sandalyede horul horul uyuyorum, ama tuhaf bir şekilde soruları duyup uyurken bile cevap verebiliyorum. İzlemeye devam edin, yakında eşsiz benzersiz bir nesneye dönüşeceğim. Egoman bizlere nekrofil demiş. Çok cesur buldum kendisini. Bu kadar nekrofilin olduğu ülkede sakın öleyim deme Egoman! Hayatın saçaklarına sıkı sıkı tutun! Ha, bir de biz Berkin’in acısına düşmüşken kaşla göz arasında kürtajı kaldırmışlar. Ulan millette sevişecek vakit mi bıraktınız! Sokakta protestoda değilsek sosyal medya başındabugün de ne çalınmış diye bakıyoruz. Koskoca bir ülkenin “başı ağrıyor” zaten! Haydi,öptüm!