30 Haziran 2016

3 (Yazı ile ‘üç’) AYLAR ya da KURUPEELINGCİMEHMET EFENDİ

       Keyifler yerine gelince yine, yeni, yeniden ben… Fazla mesaiden sürmenaj olmuşum. Ekrana bakınca harfler tango yapıyordu. Ben de bir süre çalışmamaya karar verdim. Baktım böyle güzel. Eyyama bağladık topluca. Birasızken ben ben değilim. Fabrika ayarlarıma döndüm son iki haftada, güzelleştim, eski tadımdayım. Annemle babamı paketleyip Küba’ya, Fidel’in sakalına yüz sürmeye yolladım. Ebeveyni yokken evin DNA’sını bozan ergenler kıvamında parti yapmayı düşünüyorum. Kendi evimde böyle tatlı olmuyor. Zaten Enver “Ben senin Beylerbeyi’neki evini satın alayım, yabancıya gitmez” dedi. Bana uyar. O evi alırken ben de dolaba saklanıp bedava gelmiş olurum. Evin parasıyla da Brezilya’ya kaçarım.
    Bizim sülalede espri anlayışı yerinde olmayan tek bir fert bulamazsın. Trakya güzelliği. Kuzen Ozzy Barcelona’da gelince şenliğe kaldığımız yerden devam ettik. Dün “Glory Hole” sergisi açılışına gittik. BosBotero bir resmin önünde park edince arkadaşları akın akın “Ozan’ın kuzeni” etiketiyle benimle tanışmaya geldiler. Arkadaşlarından biri Eski Kemancı’yı galeri yapmış, haliyle tanışma halinde Ozzy Laneth, Blue Jean, vs. geçmişimden dem vurmaya çalışırken tam da “kuzence” şöyle bir trialog yaşandı. Arkadaşı bana sordu, ama cevap hakkımı Ozzy kullandı:
(Ozzy’nin arkadaşı): Ah, siz de mi sahne alıyordunuz orada?
(Ozzy): Yok, o sahne alanlarla çıkıyordu.
     Böyle bir kuzenin varsa, burnun moktan kurtulmaz. 80’lerde anneler arasındaki motto “devrimciden, müzisyenden, yazardan sevgili olmaz”. Sevgili dediğin tam da bu üçünden olur. 80’leri atlayan annelere takılın siz. Benim kaderim ise hep Erdem’in arkadaşlarından yana. “Uzak dur onlardan, ipe asıyorsun arkadaşlarımı” demişti geçenlerde. Geçen hafta ilişki geyiğine bağlayınca kahkahanın dozunu kaçırmışız; Meral, Erdem ve bendeniz Beşiktaş’ta son tutunduğumuz mekândan da atılıyorduk. (Bir Erdem Çapar’la bir mekânda kahkaha komasına girmeden en fazla kaç dakika kalınabildiği hâlâ araştırılıyor.) Günün teması zaman isteyen sevgiliydi. (Bu bizim kitapta yazan bir şey olmadığı için gülerken desibel hesabı yapamadık haliyle). Hayatta sizden zaman isteyen bir sevgili modeli var. Şaka değil, gerçek bu.  Mesela “Bana 3 ay ver” mi diyor, çözüm Erdem’de: “Ver işte, Recep, Şaban, Ramazan”. Fiyakalı fikir değil mi? Ver üç ayları, rahatla.  Kendisinden zaman isteyen bir kızı 16 yıl sonra arayıp “Yeter mi?” diyerek gömmüşlüğü de varmış. Bir de sevgili sizden 3 ay istemişse kesin gizli bir karısı/kocası vardır, boşanmak için zaman istiyordur. Bu durumda Ozan’ın dediği gibi 3 ay ister ve bu süreyi son güne kadar karısına boşanmak istediği söylemek için cesaret toplayarak geçirir.  Bir “I simply don’t have the guts” durumu yani. Ozzy beni çözmüş. Bana böyle bir teklifle gelip de 3 ay sonra arasalar “Neee? 3 ay bitti mi? Yapma ya! Ne çabuk, olm! Ama Amerika’da gün bitimine daha 8 saat var be anacım. Onu da kullaniiim mi?” derim. Şaka yaw, şaka. Benden üç ay isteseler Meksika takviminden en az kullanılan üç ayı verip ardından su bile dökmeden yollarım.  Memo’ya göre de “evlenilecek erkekler var, eğlenilecek erkekler var, böylesi eğlenilecek bir erkek mesela. Hep beraber eğlenmelik”. Allah kimseyi dilimize düşürmesin, anacım.
      Leziz bir tren seyahati yaptık. Trenle Sofya’ya gittik. Ona “trenle Sofya’ya gitmek” denirse tabii. Herifler demir ağlarla donatılan memleketin raylarını söktükleri için bizi TCDD Sirkeci’den otobüsle Kapıkule’ye götürüp orada Bulgar trenine bindirdi. Gecenin yarısı sınırda bile eğlenmeyi başardık Erdem sayesinde. “Kataner sürvayanlığı” diye bir meslek olduğunu keşfetti bu boşlukta. Bir örümcek, iki de gestapo tren personeli ile vagonda uykunun dibini gördük. Hitler Almanya’sında bile bulunması olasılık hesabı olarak zorlayıcı olan bir sarı kafalı tren görevlisi Bulgar teyze bizi sabah kırbaçla uyandırdı. Kırbacı görmemiş olabiliriz ama yerimizden “Annecim, bir daha olmaz söz” diyerek uyandığımız şüphe götürmez. Az kalsın kafa derimiz kemerini süsleyecekti kadının.
       Bulgarlar mı? Sabah kahvaltıda boza içip börek yiyen bir halktan bahsediyoruz. Ama ülkede Romlu dondurma yiyebiliyorsun. Haksızlık tabii. Zabaione’lisi adamı öldürür. Venedik’te Karnaval’da yemediyseniz hayat daireniz tamamlanmamız dememiştir. Ülke bedavadan biraz pahalı. Mesela ben biranın bedavaya geldiği ülkeye ülke derim. İlk defa 1990’da gelmiştim Sofya’ya. Bugün Memo’ya Hülya’yı tanıştırırken “Yüksek lisanstan arkadaşım, 20 yıllık” deyince konuya el koydu: “Kızım, öyle denir mi? 20 yıllık ilkokul arkadaşım, filan de bari”. E, haklı çocuk. Güzel haber var bu arada Memo’yla “Zaman Treni” kitabımız Ocak ayında Doğan Kitap etiketiyle raflarda. TV programı yanı sıra çılgın röportajlar bekliyor sizi. Mesela Rusya’nın en büyük tarihçisi Katerina-Baltacı karşılaşmasını açıklayacak. Şimdiden söyleyeyim: Bütün bildiklerinizi unutun.
       Şehrin dört bir yanı Türklere karşı zafer kazanan kahraman heykelleriyle dolu. İşte tam bu noktada afişini gördükleri uzun beyaz saçlı ihtiyar bir Rock’çı abi için (muadili Cahit Berkay’mış) Erdem’in yorumu can yakıcı: “Bu da Bulgaristan’ı Anadolu-pop’tan kurtaran adam.”  Atatürk’ün Bulgar sevgilisi Dimitrina ile buluştuğu Bulgaria Otel’e gidip bir Sacher yemeyi ve Ata’nın ruhuna kahve içmeyi de ihmal etmedik. Hatta ağaçlara bakıp “olm, Atatürk bunlara da bakmıştır” diyerek romantizm yaptık.
       Erdem’in Sırp arkadaşı Darko da gelince fıkra tamamlandı. Yakışıklı bizi sabah tren istasyonunda karşıladı. Konser dönüşü 3 Türk, 1 Sırp,  Bulgar taksiye binmişler. Bulgar polisi görse açıklayamazlar hani. Bu milletlerarası kadroyla ancak kaçakçılık filan yapılır zannıyla nezarete düşmedikleri iyi oldu. Bulgar polisi de kâbustur malum. Öl daha iyi. Paran yoksa böbreklerini alır.  Bulgarlar bir arkadaşımın kocasını arabayla birlikte çalmışlar. Ön kapıdan dalıp, kocayı yana itip arabayı alenen çaldıktan sonra kocayı yan kapıdan sıpıtmışlar. Kimle dans ettiğini bileceksin.
       Haydi itiraf edelim. Biz Erdem’le bitirim bir senaryo yazmaya başladık. Türkiye’nin görüp görebileceği en komik film olacak. Bugün başladık. Eh, gülmekten yazabilirsek tabii. Kopma değil dağılma garantili bir afet olma yolunda. İlk iki saat sadece güldük. Sizin gireceğiniz komaları hayal edebiliyoruz. Bizi izleyin, anacım.
      Bir tane aklıselim arkadaşım yok. İşte tam da bu yüzden mutlu bir kadınım ben. Mutfaktan elinde kahve kutusuyla banyoya koşan birisini görürseniz korkmayın. Kısa sürede bir fenomen haline gelen Türk kahvesi ile peeling geleneği Elif’ten çıktı. O zaman bu zamandır memleketin banyoları kahve ile sıvanır oldu. “Asabi bir anneniz varsa denemeyin” demeyeceğim, lakin anneler arasında da hızla yayıldı. Halkım kahve ile peeling yapıyor. Var olan tüm peelinglere fark atar. Bunu gören kardeşim olayı vaftiz etti: “Kurupeelingci Mehmet Efendi”.
      Enver (Aysever) bizim mahallenin adamı çıkınca biz de bunu kutlayalım dedik. Hayatı yandaki apartmanda geçmiş, 4. Kısım Ataköy’de. Hayatın garip tesadüflerinin dibine vurduk konuşurken. 17 milyonluk İstanbul’da pes dedirten cinsten. İşte bu yüzden terk edip gidemezsin bu şehri hiçbir yere. Ataköy üzerine kitap yazan bir adam olarak anlattığı ayrıntılarla ilk gençliğime döndüm. Angelo adlı bir İtalyan’ın Ataköy’de müziğin kalbini attırmasına ne demeli? Ataköy Plajı’nı ise görmedim. Görseydim de genç görünmek için “Ay, görmedim hiç” derdim. (Taktik Erdem’in. Etfalle takılırken eskileri hatırlamıyor gibi yapıyor. Taktiği ben de kaptım, saygıyla uyguluyorum). Sanırım tarifimi yapan en güzel güzel cümle en ironik formundan Enver’den geldi: “Yapılacak bir şey yok, Allah böyle yaratmış, ne yapacaksın!”. Onu da fena yaratmamışlar hani. Yaradanın boş bir zamanına gelmiş. "Pandora" resmen, bütün "gift"ler onda. Ben en çok perküsyon işinde erbab olmasını kıskanıyorum.
      Bayandan temiz kardeş var, ister misiniz?  Hayatının baharında. IQ’sunun yüksek olduğu iddia edilen (ama balinaların zeki olduğu iddiası gibi henüz ispatlanamayan bir arkadaş için şöyle demişti: “Yan yana gelince oxymoron oluyorsunuz, abla. O “oxy”, sen “moron”. Şefkat dolu kardeş yeminle. Lakin arkadaşın hissedilen IQ’su 15. Kardeşim bile artık benim “oxy” olduğuma karar verdi. Bir sahnede silah varsa o patlar ya, bir ortamda dahi olduğunu iddia eden biri varsa o kesin orta zekâlıdır (kibarcası).Yatsıdan önce çözülür.  Bence herkes kurgu dersi vermesin. Önce kendi kurgusunu yüzüne gözüne bulaştırmayacak kadar orta zekalı cenneti üyesi olsun yeter :P
     Sıcaktan atomlarıma ayrıldım resmen. Bu sıcaklarla yetinmediğimiz için yarın haşlanmaya Endülüs’e gidiyoruz. Siz de bu arada hayatın sadeliğini anlamayan insanlardan durun, tamam mı? Haydi hasta la vista, anacım….