İlber Hoca hayat
felsefemi özetlemiş: “Mektebi bitirir bitirmez evlenip de mobilyacı dükkânı
gezeceğinize dünyayı gezin”. Sonra da onaylamış: “Bu doğrudur”. Lakin yanlış
anlaşılmasın diye de şöyle devam etmiş: “Evlenebülürsünüz. (Evet, aynen böyle
demiş). Evlenin, ona hiçbir itirazım yok. Ama mobilyacı dükkânı niye geziyorsun?
Mobilyalar kaçmıyor.” Ama ben çoktan yanlış anlamışım. (80’lerin çocukları
bilir. Bir Ayşegül Atik repliğidir: Ayyy ben yanlış anlamışımmmm.) Hoca
“kurtlanın, evde kalın” filan dememiş. Mobilya bakmayın demiş. Ayrıca bende
mektep olayı henüz bitmediği için, bahanem de hazır. Mektep bitince düşünürüm.(Durmak
yok, yola devam)
Biz mobilyacı gezmeye hiç niyeti olmayan üç
kafadar haftaya Japonya’ya giderek müpmüzmin bekârlığımızı sake içerek
kutlayacağız. (Yanlışlıkla bir Japon’la evlenip Hokkaidu’nun buz gibi
köylerinde bir kebapçı açmazsak tabii). Japonlarda da görücü usülü evlilik
olduğunu biliyor muydunuz? Omiai kekkon:
Görmeden evlilik. (Zaten benim de hayatta yapıp yapabileceğim tek evlilik şekli
bu.) Başar’ın dediği gibi bir an aklımı karıştırıp kafama duvağı yapıştırmak
suretiyle evlendirmezlerse kimse beceremeyecekmiş bu işi. Yıllardır en büyük
hayalimdi. Yok kızzz, evlenmek değil, Japonya’ya gitmek. Ancak beni bulacak
tesadüfler serisi sayesinde gidiyoruz şimdi Japon illerine. Güneşin altında
haşlanıp verdiğim bir çuval paraya için için acıdığım Napalm Death konserinde Fransızca
kursundan 20 yıldır görmediğim arkadaşımı görüp ona Japonya’ya gitmek
istediğimi söylemem ve onun hayallerimi küflenmekten kurtarması bir tesadüf
değil bence… (Exit ve Sziget festivalleri hayallerimi de gerçekleştirmesi
dileğiyle…)
Eski Japonca defterlerleri, kitapları
ortaya çıktı tabii. Yıllar önce Japonca yazdığım günlüğü okuyamamam bir şehir
efsanesi değil ne yazık ki. Bildiğin, unutmuşum okumayı. Arkadaş, o Long Term
Memory ne pis bir şey. Ne atarsan at, gözü gibi bakıyor. (Daha diplere bakmaya
korkuyorum. Orada neler var kim bilir!) Bir günlük mesai ile her şeyi
hatırlamaya başladım. Yalnız, ne komik kelimeler varmış Japoncada yıllar yılı
unuttuğum. Düşünüyorum da, bunca yıl hafızada hamal gibi taşımamakla iyi
etmişim onları. “Kokuritsu daikaku”nun akademi demek olması sakın sizi üzmesin.
Öğrencilik hayatım boyunca İspanya’da yaşadığım her evde en az bir adet Japon’un
bulunması İspanya’da ev kiralanırken Japonların demirbaş olarak her eve birer
adet koyulma zorunluluğu çerçevesinde evde bulunduklarını sanmama sebep olmuştu.
(Hah, gitti bende sintaks.) Ben yıllar yılı balıkhaneden beter kokan
mutfaklarda, hiçbir aleti çalıştıramayan Japonlara ev aletlerini çalıştırmayı
öğretmeye çalışarak geçirdim. Ömrümü yediler. Diyemiyorsun ki, “Hacı, sen Japonsun,
ee bunu zaten siz yaptınız anacım.” Dokunmadan, üfleyerek, uzaktan okuyarak
çalışan alet-adevata alıştıkları için bizcileyin ölümlülerin kıtasındaki
elektronik aletleri kullanamıyorlar bunlar. Gel bize, burada da Yu-ma-to var
canım …
Müthiş
bir kitap yazmaya başlıyoruz. “Neden hep yanlış kişiye âşık oluruz?” Alt başlık
da “Kaderine dur de” gibi bir saçmalık olabilir. (Daha saçmasını da bulabiliriz
kanımca, ama amaç bu minvalde olacak.) Ben de bu arada yıllardır “bu rezil
şeyleri mi okuyorsunuz?” dediğim kitaplardan birini almak zorunda kaldım bugün:
Erkek Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten.
En son Serdar Ortaç cd’si alırken böyle utanmıştım. (Napiim, seviyoruz
ailecek). Reyona usulca yaklaştım, aklıma dâhiyane bi fikir geldi. Yüksek sesle
“Japon Kültürü”, dedim. Evde var, ama olsun, bir tane daha alır Aytuğ’a
veririm. Çocuk kitap kurdu. Bu arada çaktırmadan diğer kitabı da usulcacık söyler,
diğerinin altına koyar kasaya giderim. Bendeki şansa bak, kitap yokmuş.
Dımdızlak kalıp en düşük perdeden bir Erkekler
Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten istedim. Duymadı kitapçı velet: “Erkekler
nerden?” … Buna verecek çok iyi bir cevabım var, ama kitaba saklıyorum. Neyse
kitabı aldım. Şimdi de toplu taşımada gizli gizli okuyorum. Üzerine Kierkegaard’ın
“Works of Love” kapağını yapıştırırım, entel durur. (Kitaptaki “You shall love
your neighbour” komşu kızından bahsetmiyor canım.) Aslında konu aşksa
Kierkegaard’dan “Korku ve Titreme” daha anlamlı olurdu ya…
“Ben Sokrat’ın karısı, neden delirdim?!”
adlı bir oyun da yazıyorum. Sokrat’ın “İyi bir karın varsa mutlu, kötü bir
karın varsa filozof olursun” dediğini düşünüp hep Sokratçı olmuşlar. Zavallı
Xanthip! Xenephon “Şölen”de Sokrat’a neden en cadaloz kadın olmasına rağmen
karısına tahammül ettiğini sorar. O da
tarihin en anlamlı cevabını verir: “Eğer onunla, onun öfkeli huyuyla baş
edebilirsem Atina’daki herhangi bir insanla kolaylıkla anlaşabilirim diye
düşündüm”. Bir de buradan yak, bence. Aslında aranmayan koca örneği Sokrat. Hem
eve para getirmiyor, hem deli gibi içiyor, hem de başka bir delikanlıya âşık.
Ama tarih hep Xanthip’e yükleniyor. Xanthip’in kocası olmak zorsa, Sokrat’ın
karısı olmak imkânsız bence… Nerede bir
size “kızım, sen hastasın” diyen erkek varsa iflas olmaz ruh hastası çıkar.
Bütün ruh hastaları sizin hasta olduğunuzu iddia eder. Sokrat da gül gibi
kadını delirtip aforizmalar bırakmış geriye. Çekilebilirsin Sokrat!
Yıla enfes bir Macaristan sehayati ile
başladık. Seyahate ful enerji deposu gençlerle çıkacaksın anacımmm. Günde en az
10-15 km yürüyen sportmenlerle. Sonuç olarak, bir belediye başkanımızın da
dediği gibi “Ben de sporcunun zeki, çevik ve ahlâklısını severim”. Ha, bir de
yolculukta tarih bilmeyen ve sevmeyenleri de evde bırakın mümkünse.
Macaristan’a ilk defa 1990’da gitmiştim. (Tarihin ta kendisi olma
yollarındayım.) Budapeşte sokaklarında açılan ilk Amerikan mağazalarındaki
ekmek karnesi uzunluğundaki kuyruklar kalmış aklımda. Demir Perde düşmüş,
Macarlar Adidas almak için şehri dolaşan kuyruklar yapmışlar. 28 yıl! 28 yılda
hangi hızla kapitalizme geçtiklerini her gidişimde görmüş oldum. Ateş pahası
bir kent olmuş. Yıllar yılı komiklik olsun diye ev kadınlarının yaptıkları
Dolar gününe daha şık ve sıradışı bir rakip olarak “Forint günü” yapma projemi
uygulamaya koymanın tam zamanı gelmiş galiba. Resmen rehin bırakıyorduk bavulu
şehirde az kalsın. Orta Avrupalıların hâlâ Belçikalılar gibi biraların en
muhteşemini yaptıklarına yeniden şahit olduk. Hırvatların Tomislav birasına
lezzette en yakın siyah birayı bulduk: Soproni (Demon). Adı gibi şeytanî,
cehennemî bir siyahlıkta… IPA’nın da âlâsını yapmış Macarlar. Keşke bizim
atalar da Orta Asya’dan başlayan yolculuklarına Orta Avrupa’da son verselerdi.
Süheyl Hocam nefes bir yemekte topladı
bizi dün. Necip Mahfuz’dan Dino Risi’ye uzanan harika bir sohbet oldu. Her
zaman cumhurbaşkanı adayım Süheyl Hoca olmuştur. Olsa da yeryuvarlağı bir
insanın aynı anda ne denli mükemmel meziyeti tek bünyede toplayabileceğini
görse. Dünyada havamız olsa. Aklımda kalan sayısız anıdan birini Ali Sirmen anlattı
o akşam. Evlenip düdüklü tencere almaya giden yeni evlilerden taze gelin dükkânda
o kadar çok konuşup dükkân sahibini bayılma arifesine getirmiş ki adam sonunda “Beyefendi,
sizde düdük var zaten, siz sadece tencere alın bence”, demiş. Aynı
hanımefendiye dair diğer bir hikâye de işitme sorunu için doktora gittiklerinde
doktorun çıkıp “Sizde işitme sorunu değil dinleme sorunu var, efendim”, demesi.
Yere düştüm gülmekten. Bende de var o arkadaşlardan. Sıra geldikçe biz de
konuşuyoruz.
Dört
yıl Japonca okumuş bir insan evladının bildiği tek Japonca şarkının Yonca Evcimik’in
“8.15 Vapuru”nun girişindeki “okai yamaşita kombanwa” olmasına ne buyrulur?
Haftanın vecizeleri yine Merve’den
geliyor: “
1-“Abla, farkında
mısın? Yıllar geçtikçe seninle aramızdaki yaş farkı büyüyor”. (Hayatımda
duyduğum en şık hakaret).
2-“Abla, seni verip iki
tane 22’lik kardeş alacağım”.
Ama
ben yine de en çok Alper’le güldüm bu aralar. Alper 2003 yılından beri en
sevdiğim öğrencim ve arkadaşım. Mühendislik dünyasını bırakıp tarih doktorası
yapmak için Salamanca’ya gitmesinde benim etkim olduğunu keşfeden babası oğlunu
kurtarıp İngilitere’ye yüksek lisansa göndermişti. Ama Alper tarih okumayı ve
zehir gibi bir tarih meraklısı olmayı hiç bırakmadı. Macarların milli
müzelerinde tanıdığı tablo benden çoktu. 2017’nin cümlesi ondan geliyor: “Hocam
babam ne zaman içinde ‘manyak’ olan bir cümle kursa o cümle de mutlaka siz de
oluyorsunuz” J
Serdar da 2017’de yılın en anlamlı
sözlerinden şarkı yapmış:
“Az ye be aşkım beynin
gelişir
Kendi önünden ye bi,
dünyan değişir”
Ha bu arada, 2017 bitti, değil mi? Kesin
bilgi değil mi? Bittiyse çıkacağım da…
Dönüşte bütün serveti Japonya’ya gömmüş
olacağım için ilk adresim bir “şuşokuka” olacak korkarım… (İş ve işçi bulma
kurumu)
Haydi beybi, sayanoraaaa…
Okai yamaşita kombanwa… Konbamwa… Okai
yamaşitaaa konbamwa… okaii