Önce bilim-kurgu zannettim,
sonra bi baktım gerçekmiş. Annem kendi kendine bağırıyor yine.
“Ayyyy,Moskova’da mı giycek bunu bu, niye almış?!!” Sonra ne göreyim.
Kardeşimin dolabındaki kalın pijamalara savaş açmış. Elinden gelse bağırsağını
çıkaracak. Bildiğim en iyi savunma yöntemini uygulayıp hemen olay mahallinden
sıvıştım tabii. 41 yıldır böyle. Korkarım toplam 69 yıldır da hep böyleydi. Neyse,
İtalyanların deyimiyle biz ev ahalisi “Santo subito” (hızlı aziz) olarak
öleceğiz, hızla cennete geçeceğiz. Sonra bu yazdıklarımı okuyunca küsüyor, “yok
ben böyle miyim?” diye. Yoo, daha da betersin anne de, hafifletici sepetlerle
bu kadarını yazıyoruz. Kelepir anne var, bayandan temiz, isteyen şu an koşarak
gelsin. Çabuk olsun ama!
Kardeşim de az beter değil malum. Tweet’e
bak: “Ablamın yanındaki yazar SEVGILERLE diye imzalıyo, noktaları bile koymuyor
kuyruk uzun diye, bizimkisi çiçek çiziyor lan kitaba J”. Trakya All Stars ahalisi her fuarda olduğu
gibi beni yalnız bırakmadı. İmza kuyruğunun yarısı baba tarafından kuzenler.
Mevcut dünyanın en tatlı şeyleri. “Haydi, imzalatan çekilsin, arkada bekleyen
kuzenler var”, demez mi Esra! Koptum doğal olarak. N’abalım be ya. Bizde böyle.
Ozan’ın galalarında da biz Trakya All Stars’ı çıkarırsan geriye fraktal art’tan
anlayan 3 kişi kalıyor. Bu tabii ki bizim fraktal art’tan anladığımızı
göstermiyor. Hele ben kendi adıma, big fat zero’yum o konuda.
Siz Erdil Yaşaroğlu’nun yanında kitap
imzalamak ne demek bilir misiniz? Adamın imza kuyruğu fuarı üç kat dolanıyor
çepeçevre, sen öyle bakadur. Geçen sefer tam travma (Word kişisi! Çekil aradan.
Travma yerine “vuruk” diyebilirmişim. Sen de çok meraklıysan.) geçiriyordum.
Hatta bir ara “Erdil Abi, imzayı öğretirsen ben de yardımcı olabilirim, benim
çok işim yok da” diyesim geldi.
Bu
hafta duyduğumuz en komik, ama en doğru şey: “Allah Ortadoğu’yu yaratıp sonra
da düzelteceğim diye 100 tane peygamber gönderdi”. Allah Ortadoğu’nun haline
bakıp “tüh ya, keşke son peygamberi gönderiyoruz” demeseydik diye pişman oluyor
mudur ki? Kesin oluyordur bence.
Fuar
korkunçtu. Alacak kitap bulmakta zorlandım. Kitapların geneli hakkındaki
fikrim: “Ağaçları kesmeyelim lütfen” oldu. Moğol dönemi İran’ında kadını
anlatan nefis bir kitap bulup bana evlenme baskısı yapan herkesin Moğol kökenli
olduğuna kanaat getirdim. Adamlarda evlilik o kadar önemli ki, ölüleri bile
birbiriyle evlendiriyorlar. Neyse, madem öyle bir opsiyon var, beni de ölünce
bir zahmet Stefano Accorsi ya da Gabino Diego’yla evlendirsinler. Hiç acelem yo zaten beklerim.
Beginner level fotoroman okuru olmam için
enfes bir kitap almış Şuleciğim: Gabo. Márquez’in hayatı. Ne zamandır okuduğum
en güzel şey, tek kelimeyle enfes! Mutlaka okuyun derim. Şule harika bir kız.
Üstelik beni çok güldürüyor. Enine boyuna büyük bir sevgili için daha önce daha
komiğini duymamıştım. “Büyüyünce de seversiniz”. Davutoğlu’nun 2 metrelik
kravatı geldi aklıma. Kim caps yaptıysa eline sağlık, pek güldürmüştü beni:
“Cumhurbaşkanı olunca da giyerim.”
Tuna’nın ne kadar eğlenceli olduğunu
unutmuşum. Benim koka kazanında doğduğum iddiası gündeme gelince, beni anlatan
bir şarkı buldu: “Born to be high”. Sürekli gereksiz bir enerji halinde olma
halim yani. Bu sigara bile içmeyen halim, düşünün.
Yine Trakya All Stars kadrosu olarak tüm
sülale toplandık. Bizim sülalede eğlenceli olmayan bir tek fert bulamazsınız.
Eee, Trakyalı olma halinin gereği olarak karbonhidrata da dayanınca keyfimiz
daha bir artıyor. Ekroş toplantıyı karbonhidrat öncesi/karbonhidrat sonrası olarak
iki fotoğrafla özetlemiş.
Ev hallerinden diyaloglar:
-Merve, Sultan’ın Mutfağı Bulgarcaya çevrilecek.
-Keşke önce Türkçeye
çevrilseydi.
Daha önce İspanyolcaya çevrilecek bir
kitabım için de “Aaa, 3 tane Türkçe kelime var zaten, onu da çeviriverirler”
demişti. Anladınız değil mi? Kelepir kardeş de var isterseniz. İkisini birden
alana o biçim indirim yaparım.
Alperaki gelmiş Atina’dan, bizde bir
bayram havası. Seray kuşumu da alıp kahkaha jeneratörlüğüne soyunduk. Yan yana
gelince etimoloji sapıklığına bağlıyoruz doğal olarak, üçümüzün de hayatının
yarısı Yunanca’yla geçti. “Platonik”in Platon’dan geldiğini biliyordum da
nedenini Seray söyledi. Platon da yakışıklı bir genci pek bir uzaktan
seviyormuş. “Disaster”ın Yunanca’dan geldiğini ise asla hayal bile edemezdim.
İçinde “asteri”(yıldız) saklı olduğunu görememişim. Alperaki sağ olsun.
Yıldızlardan kaynaklanan kötülük, ya da yıldızların çarpışmasından doğan
kötülükten türemiş kelime.
Klasik bir Sardinya Cagliari
Üniversitesi ziyareti yaptım. Masmavi sular, kehribar rengi taş binalar,
palmiyeler, pırıl pırıl bir gökyüzü, sıcak bir hava! Bizimkisinin hayat
olmadığını ispatlamak için ne gerekiyorsa var adada. Noel’in yaklaşmasıyla
pondoro ve panettone’ler de çıkmış piyasaya. Bir İtalyan Noel geleneği olarak
prosecco’lar da içildi tabii. Gianni Hoca Eva’la beni akşam adanın en güzel
restoranına götürüp Sardinya usulü semirmemizi sağladı. Üzerine bal dökülerek
yenen sıcak kızarmış peynirli sabada’lar, adanın olmazsa olması culurgionis’ler
ve kapanış olarak da yabanmersininden yapılan adanın geleneksel likörü mirto.
Biraz sarhoş olunca ona eşlik edelim dedik. Arabasının olduğu yere gittik.
“Arabayı bir ‘ponto di riferimento’(referans noktası) olarak bir ağaç altına
bırakmıştım” demez mi! Ortaköy-Beşiktaş arası bir yol hayal edin. Sadece ağaçlar
ve altlarında da arabalar var! Takdir edersiniz ki çok heyecanlı bir gece
geçirdik.
Eva sanırım yeryüzünde gördüğüm en
eğlenceli kız. Daha zekisini ve
şenliklisini hiç görmedim. Ayrıca çok da güzel ve akademik olarak da on numara.
Sabahın köründe bile insanın karnını ağrıtacak kadar güldürebilen insanlara:
respect! Adada yaşayan insanlar böyle delice mutlu oluyorlar işte, bu kadar
net.
Yine de Gürbüz Bey’in kaz sofrasını
geçemez Sardinya. Kendisini yazmaya davet ediyoruz. Türkiye’nin en çok okuyan
bir iki insanından, ama her şeyden önce anılarını yazmasını bekliyoruz.
Ben siz yokken Lizbon’a da gittim. Ama
onu da sonra anlatırım…
Bu
ülkeye nasıl katlandığımı sanıyorsunuz?