İspanyol
bir sevgilim vardı. Benden başka bütün aile kendisini pek seviyordu. Onu
sevdiklerinden mi, beni kendisine kakalamak istediklerinden mi bilmem yaz tatiline
bile götürüyorlardı onu bizimle güneye. Kardeşim fotoğrafını masasına koymuştu.
Annem ona özel yemekler yapıyordu. Hafta sonu için İstanbul’a geldiğinde ben de
zavallıyı alıp kuzenim Ozzy’ye “İspanyol’uma bir gün bakar mısın?” diyerek
veriyordum. O da çocuğu kasa kasa şaraplarla besleyip ateşle yaklaşılmayacak
halde ertesi gün bana teslim ediyordu. (Hatta onu doğrudan üniversiteye
getirdiği o gün parti vardı ortamda, ama sadece yemek verip bir damla içit
vermedikleri için tam şaşırmaya kalkmıştı ki kuzenim durumu bu enlemlerde “Un día beber, un día comer”(Bir gün içmek,
bir gün yemek) şeklinde açıklığa kavuşturmuştu.) Neyse, nereden geldim buraya.
Şuradan: Acaba hafta sonları “anneme biraz bakar mısın?” diye onu Brüksel’deki
evine mi bırakıp kaçsam. Geleneğe devam. Projelendirmeye değer fikir bence. Ama
o Javier’le çilesini doldurdu yıllar önce. (Bu arada Kuzen Ozzy Paris’e taşınmış. Tabii
Brüksel de bir yere kadar. Anladığım kadarıyla yavaş yavaş, çaktırmadan sıcak
denizlere inmek için Fransa aktarmalı numaralar deniyor. Bünye birden şok
geçirmesin diye. Onun İtalya’ya taşınacağı günü dört gözle bekliyorum. Ben de
ona taşınacağım.)
Fark ettiğiniz üzere bizim evde her an taze
bir olay bulunur. Üniversite yıllarında bizde kaldığı bir gece aile eşrafıyla
sahura kalkan Şeyda (romanlarımın Matmazel La Peigneuse’ü) o gece yine
bedavadan eğlenmiş. O zaman dört yaşında olup ahaliyle sahura kalkan kardeşim,
kendisine annemden geçen asabiyetle gece gece “ben kıvırcık makarna isterim”
diye tutturmuş. “Vermezseniz şu tabağın içince uyurum” diyerek dolma dolu
tabağa kafasını sokarken son anda yapılan doğru müdahalelerle kriz yönetimi
devreye girmiş. Ben o saatte kaçıncı olduğunu bilmediğim uykumda bu şenliği
kaçırmışım. Ama görüldüğü üzere bizim evde günün her saati eğlence ve adrenalin
servisimiz var. O günden beni La Peigneuse’ün tabiriyle adımız “Episodic
Family” kaldı. Bir gün uğra bizi, yok
hiç kötü niyetimiz.
Babamla kardeşimin diyalogları ise her
zaman tek geçilesi. Şuna şahit oldum geçen gün.
-Merve, kızım sen de beyaz gömlek giyiyor musun hastanede?
-Merve, kızım sen de beyaz gömlek giyiyor musun hastanede?
-Yok, baba. Doktor
olduğumu anlayıp dövmesinler diye giymiyorum.
Kardeşim bugün birisiyle konuşuyordu
telefonda. Kıza “yakında seni kitap ayracı diye bir kitabın arasına koyacaklar,
sonra ara ara dur”, diyordu. Ben de kitap ayracı olmak istiyorum.
Orada bir evim var, uzakta. Büyülü müdür
nedir, ayak basasım yok. Sonunda evdeki kötü ruhları kovmaya karar verdik. Salih
Bey’in getirdiği enfes otları, turkuvaz taşları yakıp evi tütsüledik. Evde
adeta 100 Yıllık Yalnızlık yaşadık. Salih
Bey’in annesi “nazara, azara, uzara” dermiş. Kitap adı gibi. İşte onun
partisini yapıp “Nazara, azara, uzara” günü ilan ettik. Seviyorum bu şehri ve
içindekileri. Hayatımın sınırsızca güzel
insanları. Tam bu ülkeden kaçasım geldiğinde karşıma çıkıyorlar, beni toprağa
bağlıyorlar :P Buket Uzuner el yapımı devasa
bir nazar boncuğu vazosu getirmiş. Fatima eli niteliğinde. Mısırlı kadınlar “nazar
değmesin” anlamında çaktırmadan havada “Fatima eli” yaparak “şükran cezilen”
(çok teşekkürler) derlermiş. (Mısırlı Hussein’den öğrendiğim sayısız detaydan
biri bu, Sultan’ın Mutfağı’nın Amr’ı). Biz de topluca çaktırmadan havada Fatima
eli yaptık. Herkes gittiğinde Buket Hanım’ın giderayak, hatta yarı yoldan
dönerek verdiği parmak kuklası kaplumbağaya bakarak düşündüm: Kalmalı mı,
kalmamalı mı?
Saad
Lamjarred Türkiye’ye konsere geleceğini açıkladı geçen gün. Size bu satırları
sevinçten yapıştığım tavandan yazıyorum. Her konserde minikleri kucağına alıp
söylüyor şarkılarını. Düşündüm de evde çocukluğumdan kalma patiklerim var, bu
konuda çok işime yarayabilirler :P Bir de Abdel Fettah Greeny nam bir Faslı
keşfettim. Yok böyle bir ses rengi. (Satır arası: yok böyle bir yakışıklılık).
Fark ettiyseniz müzisyenlerin sadece yakışıklıları ile ilgileniyorum. (Bana
gelecek doğum günümde aranızda para biriktirip onu alırsanız son 10 yılki bütün
günahlarınız silinir :P Kesin bilgi). Sanırım tajin bünyeye iyi geliyor. Sinir
bozucu bir yakışıklılıkları var Faslıların. Estetik anlayışımın Fas devrindeyim
son bir yıldır. Gelsenize, çok güzel!
Miligram yepyeni bir klip çıkarmış. Knez
Petrol sponsorlu. Öldürecekler bir gün beni. Trieste’den Balkanlara giren üç
tır şoförü (Miligram’dan Alen ve Mili ve Dr. M’den Stevan) şık bir İtalyan
restoranına tozlarını silkerek girerler. Havyar ve foie gras ile başlayan
hikâye Sırpski kebapta biter. Arkadaş, yok mu Allah’ın bir kulu Miligram’ı
memlekete getiren? Bknz: (https://www.youtube.com/watch?v=sQxsM5G-Tiw)
Çocuklar
bezdiler benden. Verdiğim ders ne olursa olsun bir atlas aldırıp coğrafya
sınavı yapıyorum onlara. Coğrafya kalbe iyi gelir. Anlatmayı deneyeyim. Efenim,
benim küçükken de kafam hep iyiydi galiba. (Hayata artık nereden bakıyorsam.)
İlkokulda Sinan nam sıra arkadaşıma âşık olmuştum. O da Müjde Ar’a âşıktı ve
beni de ona benzettiği için sanırım dolaylı olarak da bana âşıktı. Müjde’ye
daha çok benzeyeyim diye ders boyunca saçlarımı açmam için bana yiyecek
kabilinden rüşvet veriyordu. Sonra bir gün sınıfa gelmedi. Nereye gittiğini
sordum. Anladığım kadarıyla baloya gitmişti. Baloya! Günler, aylar geçti
gelmedi. “Yaw arkadaş, ne biçim balo bu? Kimle dans ediyor o kadar” diye
düşündüm durdum. Döndüğünde kafasını kırmak için lahmacun küreğin hazırladım.
Sinan gelmedi. Yeniden sordum âlimlere, nerede bu Sinan? Çocuk Bolu’ya gitmiş! Türkiye
coğrafyası ilkokul-1 düzeyinde sıfır olunca ben de eldeki kelime dağarcığından
kotardığım kadarıyla baloya yollamışım onu. (Yedi yaşındayken de kafa sadece
eğlenceye çalışıyormuş) El netice: Günde bir sayfa coğrafya kalp acılarına iyi
gelir. Ben “balo”yu “Bolu”dan önceden öğrenen bir çocuktum hiç değişmedim.
Bolu, yani “poli” (şehir). Hayat kelimelerde gizlidir.
İzmit’te çalıştay vardı. Malum Türkçe “tay”
yer bildirir: Çalıştay, sayıştay, danıştay… Bizimkisi kopuştay oldu. Karşılıklı kopulan
yer bâbında. İşteşli koptuk. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş
gibi ahiret için dans ettik. Çocukluğumuzu bedelli yapmış gibi güldük.
Gündüzleri tarihçi taklidi yapıp akşamları kendimizi bulduk. Bir de baktık ki
İstanbul Arabesque Project konserinde en ön sırada çarpan ve çarpılanlarımıza
ayrılmışız. Son hatırladığım karede yerlere kadar eğilip alnıma arkadaştan 100
TL’lik dansöz bahşişi alıyordum. Gerisini siz hayal edin, ben karışmayayım. Şöyle
bir şarkı çaldılar: “O kader buraya gelecek”. Fiyakalı değil mi? Ertesi gün de
90’lar çaldılar Radio’da. “Bu şarkıyı bilmeyen bizden değildir” tadındaydık.
Yaşıtımız bir arkadaş var, 20’lik kızlarla takılırken yaşı anlaşılmasın diye
2000 öncesi yapım film ve müzikleri hatırlayamıyormuş gibi yapıyor.
“Anımsayamadım, sayın Bülent Özveren”: Hatırlamayan bizden değildir. :P Bize rüya
tadında dört koca gün yaşatan Serkan kuşuma buradan kucak dolusu sevgiler. Önce
arabasını, sonra şehrini, sonra da evini istila ettik. Hiç dönmesek ne güzel
olurdu!
İstanbul Arabesque Project bir arkadaşın
düğününde sahne almıştı. Evlenmeyi bir gelenek haline getiren bu arkadaşın
düğününe giderken kardeşime “Geliyor musun?” demiştim. O da “Yok, bir sonrakine
demişti.” (Ailecek şeklimiz bu). Damat düğün
esnasında elinde şampanyayla koşuştururken kardeşimin neden gelmediğini sorunca
“Bir sonrakine gelecekmiş” diyerek hayatımın potunu kırmıştım. Neyse ki
mutluluk (belki de keder) sarhoşu olan arkadaş bu detayı Long Term Memory’nin
dibine gömdü. Var olsun :P
Tuna
hatırlatmış, ilk duyuşum gibi koptum. “Git kendini çok sevdirmeden”in Yiğit
Özgür’ce çevirisi: Go f*ck yourself. Gülmeyip
n’apçan?
“Ama ben değişmezsem ben olamam ki!”
Yallah me selame! (Saad’ın şarkısından kaptım
bunu. Bu kadar Arapça şarkıyla yaşamaktan bir sabah uyandığımdan bülbül gibi
Arapça uyanmaktan korkuyorum.) Haydi selâmetle, anacımmm… (Şu an Sardinya sunumu
yazmam lazım. Ben n’apıyıorum? Passion fruit, nam-ı diğer çarkıfeleğin başına
gelebilecek en güzel şey olan Alizé içimine katılıyorum. Kolleeeekktif şekilde içiyoz,
güzelleşiyozzzzz. Gelmeyin, köpek var! Demin yoktu, şimdi geldi.) Bana otomatik bire neşe geldi :P