11 Haziran 2010

KENDİNE AİT BİR ODA ya da SERKAN PAPUCUYARIM



Virginia Woolf Serkan’ı tanısaydı “Kendine ait bir oda”yı yazmaktan vazgeçer miydi? Bilemiyorum, ama o da kesin seçmeli tiyatro dersi alırdı. Netekim üniversitemizin bütün kız nüfusu bu dersi en az bir kere almıştır. Serkan kim mi? Kim olacak, eski oda arkadaşım. Denize nazır güzel bir odayı paylaşmışlığımız vardır. Erken gelen (dünyaya tabii) kapar mantığıyla tam da pencere kenarını kapmama heeeç sesini çıkarmamıştır. Bu kardeşçe paylaşım sürecisince o odada kişi başına düşen milli kahkaha tavan yapmış, T.C. tarihinde böyle eğlence görmemiştir.


Benim gibi doğuştan paylaşma özürlü bir insanla bir odayı nasıl paylaştığını Serkan sonradan kız âlemlerinde şöyle anlatmıştır. “Odaya yeni bir mantar pano geldi. Tuvalete gittim. Bir geldim, her tarafı Özlem Kumrular fotoğraflarıyla dolmuş. İki ay sonra yenisi geldi. İşte bomboştu. Tam elimi uzanıp bir post-it asacaktım ki, bir de baktım ben masadan uzanıp asana dek tam bir post-it’lik yer kalmış koca panoda zaten.” Evet, amip gibi yayılırım. Bu yayılmacı kişiliğimden son zamanlarda yüz yüze bakalım da daha çok gülelim diye birleştirdiğimiz masada en büyük zararı yine Serkan görmüştür. Kendi masam bitince onunkini de çaktırmadan doldurup tüm bölgeleri kendi devletime ilhak edip onu Sevr sınırlarına, yani kendi masasında kalan son kurtarılmış bölge olan bir klavyeciklik yere zorlamışımdır.

Az bulunur derecede komiktir Serkan. Harika bir çocuktur. Tek sorunu (kendisi için asla bir sorun teşkil etmemiştir pek tabii) pek bir yakışıklı olmasıdır. Dolayısıyla ofise kargalarla birlikte gelen ben, okulun tüm kız nüfusunun yatağından kalktığı gibi kapıya dizilip Serkan’ı sormasına uzun yıllar göğüs germek zorunda kalmışımdır. Gün doğumundan gün batımına dek azimle hepsiyle tek tek ilgilenmek, hatta son elimde kalanları da boğmak gereği görmüşümdür. (Onun da beni çok zor durumlardan kurtarmışlığı vardır. Nişanlı rolü yaparak az adamdan kurtarmamıştır beni hani.) Öğrenci yorumları sayfasında rastlanan “hoca çok seksi ders anlatıyor” cümlesinin akabinde eski dekanımızın kendisini odasına çağırıp,” evladım, nasıl oluyor bu, bize de anlat” diye merakla sorunca Serkan da “masaya yatıyorum, salkım üzümümü alıyorum” diyerek konuya girmiştir.

Aynı zamanda da yetenek topudur. Her konuda gösterdiği üstün performansın şiddeti en yüksek örneğini yıllar önce girdiği elemelerde göstermiştir. Maydonoz Gösteri Toprakları’nda yapılacak çok büyük bir gösterinin tiyatro elemeleri için bardaktan boşanırcasına yağmurun yağdığı bir gün biraz fazlaca gecikerek mekâna varınca sınavın nerede olduğunu sorup gösterilen kata inmiştir. Sınav ilginçtir. Kendisinden dans etmesi istenir. Donuna kadar ıslak haliyle “bu işte bir iş var” demeden dans eder bizim Serkan. Sonra sınav sonuçları açıklanır. Serkan “dans” elemelerinde birinci olur. Şoktadır. Tiyatro elemelerinin bir üst katta olduğunu öğrenmesi ise ayrı bir şenliktir!

Kapıya dizilen kız öğrencilerden çektiğimi yıllar sonra başka şekilde ödetmeyi başardım ona. Aynı isimli bir sevgilim olunca aylarca sevgiliyi arıyorum diye saçma sapan saatlerde aradım zavallıyı. Bir süre sonra bakmaz oldu telefonlarıma. Acil olduğunda bile. Hatta uzun bir süre mesajlar da adresi şaşırmış. Bir gün sevgiliyle aya karşı açık havada bira içtiğimiz bir gece baktım karşıdan bizim Serkan geliyor. Arkadaş Serkan, sevgili Serkan’a elini uzatıp “Abi, bana ne mesajlar geliyor bir bilsen”, demez mi? “Ha, bu arada, ben sahte Serkan!”

Serkan bavulunu alıp “kendine ait bir oda”ya giderken öyle bir arkasına bakamadan kaçmış ki garibim, neyi var neyi yok bırakmış. Uzun süre ben de fark etmedim tabii. Fark ettiğimde de çok geçti, kimseciklere açıklayabilecek durumda değildim. Bir kuaför mankenine geçirilmiş saçma bir peruğun bir akademisyenin odasında ne aradığını kime nasıl açıklayabilirdim ki? Çok sıkıldığımız zamanlarda kafamıza bu perukları geçirip (toplam iki adetler) Fen-Edebiyat fakültesinde hiçbir olmamış gibi pür-ciddiyet dolaşmayı seviyoruz. Kaçmış deyince aklıma geliverdi. Öğrenciyken sıkılıp camdan atlayıp dersten kaçmışlığı da vardır. Kedi gibi çıktı. Dokuz canlı.

Gelelim favorilojisine:



En sevdiği aksesuarı: Yaz-kış isilik geçirme korkusundan ırak taktığı atkısı.

En büyük hayali: Benim imam nikâhımı kıyan imam olmak.

En sevdiği koleksiyonu: Ofisteki kütüphanesinde sakladığı (daha doğrusu kendi odasına giderken bana bırakıp kaçtığı) tuzluk, fincan, kürdanlık gibi “uyumsuz tiyatro” nesneleri koleksiyonu.

En sevdiği parçası: Favorileri ve bıyıkları.



Ailecek severek izliyoruz.