12 Haziran 2010

ÖZEL TARİHİMİN KARANLIK SAYFALARI, vol. III

MADEN DEVRİ...




Bakıyorum, son çocukluk hallerimi alenen paylaştıktan sonra hâlâ arkadaşım kalmış mı diye. Özellikle de şu taş devri maceralarından sonra. Eh, fena sayılmaz. Kalan sağlar bizimdir. Vahşi içgüdü de kalmıştık sanırım. Çocukluğuma ait başka bir tema olmadığına göre kaldığımız yerden devam edeceğiz demektir. Efendim, şu meşhur “eski bayramlar”da cümbür cemaat Malkara’ya, babaanne-dede ikilisinin evine gidilir, bu sefer de baba tarafından kuzenlerin telef işlemi için kollar sıvanırdı. Rahmetlinin iki katlı, bahçeli evi Dante’nin arafı gibi olurdu. (Ben arada kalan kuzenleri tek bir itmikle cehenneme gönderivermek için bahçede kol gezerdim). Halalar, amcalar, yengeler, enişteler ve cümle kuzen. Biz arifeden Malkara’ya intikal ettiğimizden ayağımın tozuyla her fırsatta (fırsat yoksa kendi fırsatını kendin yaratacaktın, mottom buydu) cimcirmeye, oymaya, tırmıklamaya, burmaya başlardım. Sanatımı çok geniş bir ranjda icra ediyordum. Özellikle annelerin ve babaların pek derinlerde kalan mutfakta sohbete daldığı araları kolluyor, bahçenin karanlık, gölge altı noktalarında kıstırıyordum kuzenleri. Bayram sabahı en sevdiğim şey en büyüklerin elini öpmek için inci gibi dizilen ufaklık ordusunu uzaktan seyretmekti. Özenle yüzü gözü tırmalanmış, açık bulunan yerleri cimcirilmiş, saçı başı yolunmuş kuzen ordusunu bir deniz mili öteden izlemenin verdiği keyif toparlanan bayram ganimetinin dolama yapılıp cüzdana konmasında yoktu vallahi. Gerçekten de ziyaretimin anısına hepsinde küçük bir souvenir bırakırdım. O kuyruktan sapasağlam geçen bir tek kuzen olmazdı.

Vahşet ve zekânın doğru oranlı olduğu söylenemez tabii. Balta girmemiş ormanlar ruhumu kaplarken, zekâmda tek bir filiz görünmüyordu. Şimdi burada itiraf ettikten sonra sonsuza kadar kolektif hafızadan silinmesini rica edeceğim bir-iki veri daha paylaşacağım sizinle. Aramızda kalacağını umuyorum. Önce yıllar yılı Zeki Müren’in adını Keçi Süren zannettiğimi utanç içinde belirteyim. Ailenin bir ferdi de yıllardır düzeltmedi bu hatayı. Benim geri zekâlı olma ihtimalimle hiç ilgilenmediler ki. Komiklik yapıyorum sandılar yıllarca. Durun, bu daha bir şey değil. Beteri var.

Efenim, ben küçükken Erol Evgin’e âşıktım. Hem de öyle böyle değil, sırılsıklam âşıktım. Televizyona çıktığında hipnoz formatına geçiyordum. Size de mutlaka küçükken olmuştur. Televizyondaki birinin nereye giderseniz gidin size baktığı hissini hatırlar mısınız? (Hatırla oni, hatırla oni) Size de olurdu, değil mi? (Zorlayın hafızayı, yine tek salak ben olmak istemiyorum)… Evde uzay mekiği gibi kocaman bir televizyonumuz vardı. Dolayısıyla da Erol Evgin hemen hemen gerçek boyutlarında bana bakıyordu. Perdenin arkasına saklanıyordum, bana bakıyordu. Sehpanın altına giriyordum, yine bakıyordu. Artık nasıl olduğunu bir türlü anlayamadığım bir şekilde beni gördüğüne inanmıştım. Erol Evgin çıkar çıkmaz kendime hemen çeki düzen veriyordum. Üzerimde pijama varsa hemen koltuğun arkasına gizleniyor, yakışıklıya rezil olmamak için o ekrandan gidene kadar da oradan çıkmıyordum. Aramızda kalabileceğini söylemiştiniz!

Bu sabah terasta kızlarla unutmak istediğim geçmişimi paylaşırken büsbütün yalnız olmadığımı anladım. Böyle yedi düvele anlatarak nasıl unutturacaksam bu geçmişi. (Kim demişti “Çok sayın geçmişim, geçmeme izin verin” diye. Hatırla oni.) Şirin kendisinden tam tamına iki gün sonra doğan kuzenine bayramlarda elini öptürüyormuş. Daha da iyisi, bayram harçlığı bile veriyormuş. Bayıldım vallahi gülmekten! Burçin’e ne demeli? Evdekiler kızınca, pılısını pırtısını toplayıp evden kaçıyormuş. Koca bir heybesi varmış. İçine birkaç tişört (malum kaç gün firar edeceği belli değil, uzun yol yolcusu), bir tabak ve bir de çatal (olur da birisi ona acır da yemek verir diye. Çatalsız olmaz!) koyar deniz kenarına gider, orada konuşlanırmış.  Derya ise milli bir geleneğimiz olan turiste Türkçe öğretme operasyonları uygularmış kardeşi üzerinde. Bütün organları yanlış öğreterek tabii… Bunlara bir de küçükken karşılıklı oturup birbirlerinin burnuna tıka basa leblebi dolduran kuzenlerimi eklemek istiyorum. Hikâyeleri hastanede bitmişti pek tabii.

Yıllar yılı naftalinli bohçalarda sakladığım tüm geri zekâlılıklarımı bir kere de bitirmek burada namümkün olduğundan, beni izlemeye devam edin anacıımmm…